Bayram, her zaman Bayram'dır
Biz insanlar, zaman ve imkânları kullanma noktasında çok müsrifiz maalesef.
Elimizdeki anın kıymetini bilmezken uçup giden dünlere hayıflanır ve özlem duyarız.
Henüz gelmemiş yarınlara ya bir sürü hayal sığdırır ya da ümitsizlik içinde karamsarlığa gömülüp bedbinleşiriz.
Zaman, kıymeti bilinmesi gereken beş nimetten biridir. Zaman mı hayata endekslidir, hayat mı zamanın içinde ecele doğru akmaktadır? Sorusuyla meşgul olmaktansa; "Asr(zama)a and olsun ki, insan hüsrandadır." (Asr/1-2) ayetlerinden hakikati devşirmek lazımdır.
Zamana bakışımız net olmalı ve zaman, ahiret yolculuğumuz için azık olmalıdır. Zamanla ilgili en çok eskilere hasret dolu göndermeler yapılır. Özellikle, bireysel güdüyle bencilleşen ve dünyevileşme etkisiyle paylaşma, yardımlaşma ruhundan sıyrılan kimi Müslümanlar, Ramazan orucunda ve bayramlarda bakış açısının ve davranışsal duruşun olumsuz etkisini hesaba katmadan ulaşamadığı manevi atmosferi nostaljik bir terennüm içinde "Ah eski Ramazanlar!" "Ah eski Bayramlar!" diye arar durur. Belki, bu Korona çerçevesinde zorunlu tedbirler ve kısıtlamalara bağlı eskiye nostalji kısmen bir anlam ifade etse de şümul bir durum olmamalıdır.
Namaz, oruç, bayram... Hazret-i Muhammed(s.a.v.) ve ashabının şahsında namaz nasıl bir göz nuru, oruç nasıl riyasız bir tutku, bayram nasıl paylaşımcı bir sevinç anıydı; bugün de o nasıllığından bir şey yitirmiş değildir!
Sadece değişen algı, yaklaşım ve uygulamadaki farklılıktır.
Sınava girmesi gereken iki öğrenci neticede o sınava girecek. Birisi sınavda başarma inancını iradeye dönüştürüyor; imkân, plan ve uygulama derken kazanmak için çalışmasına emeğini, yüreğini ve zihnini katık yapıyor.
Diğerinin ise kazanma isteği azimden yoksun sadece sözlü bir temenniyledir. İmkanlarını müsrif bir edayla çarçur ediyor.
Bu durumda değişen sınav mı; yoksa sınavın meyvesini devşiren veya devşiremeyen kişilerin yaklaşımı mıdır?
Namaz dün de kıldığımız namazdı, bugün de.
Oruç dün de tuttuğumuz oruçtu, bugün de.
Bayram dün de sevinç günlerindendi, bugün de.
Nostaljik bir hayıflanma içinde "Ah eski bayramlar, oruçlar!" demek, yaklaşımdaki niyet ve pratiği görememekten kaynaklanır.
Namaz ve oruç her zaman bildiğimiz namaz ve oruçtur. İkisini hakkıyla eda edenler, hayâsızlık ve kötülükten sakınıp, salihler zümresine çıkar. Yine ikisinin hakkını vermeyenler için de pişmanlık ve azap kaçınılmaz olur.
Demek ki, burada şunu görmemiz lazım, eskiyen ve hikmetinden bir şeyler yitiren namaz, oruç, hac, zekât, cihad, bayram gibi ibadetler ve İslamî güzellikler değildir; eskiyen ve hikmetten yoksun kalan eskideki tadı, hazzı, teslimiyeti, ihlâsı hayıf ve hasretle arayan nefsimizdir.
Eski zamanlardaki seleflerimizin ihlâsına ve takvasına gıpta nazarıyla veya Korona etkisiyle 'cami, cemaat, birlikte bayram' gibi birçok hayırdan mahrum olma yönüyle "Eski namaz, oruç, bayramlar"a özlem çok güzel ve doğaldır.
Yükümlülüğü ve sorumluluğu ihmal edip veya bu konuda irade eksikliği sergileyip amel azlığından gafletle "Ah eski bayramlar, Ramazanlar!" demek bizim harcımız değildir, olmamalıdır.
Bu Koronalı günlerde nefsi ve ailesiyle Ramazan orucunu hakkıyla tutmuş ve `hakla batılı birbirinden ayıran Furkan çizgisi` Kur`an`a layıkıyla yönelmiş kişiler için "bayram dün de bayram olmuştur, bugün de bayram olacaktır."
Rahmet ve bereket ayında sadakalar ziyadeleşmiş, zikirler çoğalmış, dualar sicim sicim arşa yükselmiş, saflar kurşun misali kaynaşmış, gönüldeki günah kirleri tevbe dokunuşuyla temizlenmiş, dil argo ve kötü konuşmaktan kendini tutmuş, kulak zan ve gıybet misali malayanileri dinlemekten kaçınmış, el ve ayak ittifak ederek harama gitmekten vazgeçmiş, göz mahrem bakıştan sakınarak nurunu korumuşsa "bayram, müminler için dün de bir hediyeydi bugün de."
Koronalı günlere evlerde bir çerçeve kazanan 'tefekkür, tezekkür, tövbe, tedris ve tedbir" yarının şifalı ve geniş günlerinde İslamî bir ahlak olarak sokağa yansıyacak ve oradan bir toplum edep ve iffetle ahlakî bir görünüm kazanacak, nafilelerle bedeni kuşatan huşu davetçi edasıyla sosyal alana tebliğ olarak yansıyacaksa camilere farzları cemaatle eda etme güzelliğinde sıklaşan saflarla gönülleri de kuşatmışsa "bayram dün de sevinç vesilesi olmuştu, bugün de olacaktır."
Elimizden Kur`an`ı bırakıp felsefe süsleriyle oyalanmamış, davamızın yükünü taşımayı hep başkalarına bırakıp kendimiz kenardan izlemeyi ve insafsızca İslam davetçilerini eleştirmeyi huy edinmemiş, İslam toplumunun temel dinamiği olan hayâ sembolü tesettürü hor görüp açıklık ve saçıklıktan şehevi bir hazla medet ummamışsak "bayram hep bizeydi ve hep bizim olacaktır."
Ramazan ayının iç dünyamıza, bireyselliğimize, dış dünyamıza, toplumsallığa dönük faydalarını göz önünde tutup ihlâs, takva, amel, ilimle kuşanmış;
Fakire el uzatmış, yetimin başını okşamış, yolda kalmışa ikram etmiş, iftar soframıza layık olanları buyur edememiş olsak da onları gönlümüzde ve dualarımızda diri tutmuşsak "bayram dün de mübarekti, bugün de tebriki hak etmektedir."
Allah yolunda cihadı, çalışmayı, koşmayı, yorulmayı candan ve maldan aziz bilmiş;
İslam coğrafyalarındaki direniş saflarına sevgimiz, çabamız, malımız ve duamızla destek vermiş;
İşini, aşını, eşini, çocuğunu Allah`a ısmarlayıp İslam davası için şehid olanlara gıpta etmiş, zindanlara düşenleri Yusuf aleyhisselamın varisi bilmiş, hicretleri yol tutan muhacirlere vasıl olmayı dilemişsek "bayramlar dün de Firdevslerden bir yansımaydı, bugün de böyle olacaktır."
Bayram dün de bayramdı bugün de!
O halde bayramımız, bayram olsun!