YENİ DÜZENLEMELER VE YÖK
YÖK’ün, bir ay önce yaptığı yeni yasal düzenlemeler, yükseköğretim açısından olumlu ve önemli noktalar içerse de genel ve kapsayıcı olmaktan uzaktır. Bu yasa, bütün üniversitelere daha sıkı bir denetim getirmektedir.
YÖK, 12 Eylül darbe yasası kalıntısıdır ve varlığı tartışmalıdır. Yıllarca YÖK’ün kaldırılması için mücadele verilirken bugün YÖK yontulup süslenerek vitrine konuldu. Bu, doğru değildir. YÖK, son birkaç yıl ki bazı çalışmalarıyla abdestsiz namaz kılmaya benzer. YÖK’ün üniversiteler üzerinde hala ‘demoklesin kılıcı’ gibi durması büyük bir problemdir.
Her hükümet, iktidar öncesi YÖK’ü kaldırmayı veya etkisini zayıflatmayı vaat etmiş; ancak iktidar gelince ilginçtir ki YÖK ün etki alanını daha güçlendirmiştir.
Yeni düzenleme, bu gerçeklik zemininde değerlendirilmelidir.
Yeni YÖK yasası, daha çok Vakıf üniversiteleriyle ilgili düzenlemeler üzerinden konuşuldu. Devlet üniversitelerinin YÖK’e bağlılığı tartışılırken Vakıf üniversitelerinin YÖK denetimine sokulması ayrı bir handikaptır. İstanbul Şehir Üniversitesi özelinde cereyan eden politik bir hesaplaşma üzerinden YÖK, iktidarın isteği doğrultusunda vakıf ve özel konumlu üniversitelere aba altından sopa göstermiş ve durumu diğer üniversitelere de şamil kılmıştır. Metindeki bazı ifadelerin, hükümet ile Şehir arasındaki krize göndermede bulunması bunu doğrulamaktadır.
Devlet, bu düzenleme ile vakıf üniversitelerinde etkisini artırmanın ve oralara çökmenin ve alt yapısını hazırlıyor. Faaliyet izni iptal etmek aslında üniversiteyi kapatmaktır; ama kapatmıyor, garantör üniversite adına işlemleri yürüt diyor. Diyelim ki A Üniversitesi vakıf, B Üniversitesi garantördür. Diyor ki 'Gerekirse A’yı kapatırım, B olarak devam etsin, yönetimi oraya bağlansın. Ayrı bir yönetime veya kayyıma ihtiyaç olmasın. Paralar da B'ye ait olsun. Hazine değilse üniversite arazisi de kapansın!'.
Vakıflara ilişkin lisans ve lisansüstü düzenlemeleri ile öğrencilerden gelen ödemenin %2’sinin ipotek edilmesi de bu minvaldendir. Düzenlemede altyapı hazırdır. Yani, ‘Ben bu %2’yi bir kamu bankasına devlet adına aktarıyorum; faraza yarın öbür gün seni kapatırsam öğrencinin eğitimini senden aldığım bu parayla karşılarım.’ Düzenleme, şu bakış açısıyla doğrudur: Bir vakıf veya özel konumlu üniversite bazen bir şekilde faaliyetini durdurabiliyor. Bu durumda öğrencilerin eğitim ücreti yönüyle mağduriyetlerinin önüne geçilebilecek.
“Vakıf veya özel üniversitelerin ilgili programın en yüksek merkezi yerleştirme puanına sahip en az yüzde 15'i kadar öğrenciyi, öğrenim süresi boyunca ücretsiz okutmakla yükümlü olacak” hükmü burslu öğrenci sayısını artıracağından devlet üniversitelerinin yükünü azaltacak.
Vakıf üniversitelerinde çalışan öğretim elemanlarının mali hakları, devlet üniversitelerindeki emsalleriyle eşitlenecek olması, doğru bir yaklaşımdır. Bununla iki tarafta da aynı işi belki de daha fazlasını yapan öğretim elemanlarının ekonomik istismarı engellenecek ve bir ticarethane düşüncesiyle düşük ücretlerle çalıştırılan akademisyenlerin en büyük sorunu çözülmüş olacaktır. Bu durumda Vakıf üniversiteleri ödeyeceği ücret mukabilinde daha kaliteli akademisyenlere yönelecektir. Böylelikle akademik kalite ve üretim artacak ve Vakıf üniversiteleri ‘Diploma satıyor(!) olma pozisyonundan’ uzaklaşacaktır.
YÖK’ün vakıf üniversitelerine devlet desteğini kaldırması, doğru olsa da bütün üniversitelere eşit yaklaşılmadığı, yandaş üniversitelerin kayırıldığı devlet anlayışıyla doğru değildir! Adil ve bilimsel başarının ölçüt alındığı yeni bir düzenleme ile bu başarıyı yakalayan üniversitelere devlet desteğinin yapılması bilimsel süreç açısından daha olumlu olacaktır.
Eğitim dahil herhangi bir kuruma ‘Sen, bana olmuyorsun! Ben senin gibi düşünmüyorum.’ türü iktidar gücü ve tarafgirlik kokan edayla ‘kayyum atamak veya garantör partnerler ilan etmek yanlıştır. İlgili kurum gerçekten işlevsiz, atıl ve art niyetlere kaynaklık ediyorsa böyle bir atama doğru olabilir. Vakıf ve özel amaçlı eğitim kurumlarına paralı eğitimi engellemek adına bir müdahale doğru olur; çünkü paralı eğitim ciddi manada toplumsal ayrışmaya sebebiyet vermektedir.
Üniversitelerarası Kurul'ca belirlenen takvime göre, yılda iki kez yapılabilen doçentlik başvuru sayısı artırılarak bekleme süresi azaltılacak.” Bu önemli, bir konudur; zira çok fazla doçent ihtiyacı var ve bu, süreci hızlandıracaktır. Doçentlik başvuru sayısının artırılması, bireysel ve bilimsel kaygıların ortadan kalkmasını sağlayacak. Böylece başvuru için son bir ay kaldı deyip hızlıca ve kalitesiz bir bicimde makalelerin yayınlanması bir nebze de olsa düşecek. Raporların ilgililerin erişimine açılması ise şeffaflığı artıracağı için gayet olumludur.
“Öğretim görevlisi kadrosu için, en az tezli yüksek lisans ve 35 yaşından büyük olmama şartı” öğretmenden çok akademisyen vurgusunu öne çıkaran bir karar olup kaliteyi artıracak.
Açık öğretimin öğrencilik haklarıyla ilgili düzenleme olumludur. Birçok bölümün açık üniversite aracılığıyla tamamlanabilmesi zaman, mekân, ekonomik ve sosyal açıdan birçok tasarruf ve fayda sağlayacaktır. Hal böyleyken, açık öğretim öğrencilerine, ‘öğrenci’ deyip başka türlü muamele etmek eğitimde fırsat eşitliği ve etik ilkesi ile örtüşmez.
Tüm bu düzenlemeler, sebep değil sonuçtur. Doğru, eşit ve adil sonuçlar için yanlışa yol açan sebepler giderilmelidir. Yanlış sebepler ve sıkıntılı zemin olduğu gibi duruyorsa doğru gibi görünen sonuçlar zamanla yaraya tuz olacaktır.