Korona bir şefkat tokadıdır
Korona, gündemden ziyade artık gün, gece, saat demeden hayatımıza girdi. Korona etkisi, süreci ve konuşulması yönüyle insan hayatından ne zaman çıkacak veya hiç çıkmayacak mı? Buna şu an için verilebilecek cevap yoktur; oysa Korona, için tez, fikir, bakış ve algısı olan ise sayılamayacak kadar çoktur.
Korona virüsü nasıl ortaya çıktı, kim çıkardı, nerede çıkardı, niçin çıkardı, aşısı var mı veya bulunacak mı? Soruları elbette toplum ve birey olarak herkesin merakı olur/olmalıdır.
Korona hastalığına yol açan virüsü Çin üretti, İngiltere; Koronanın ABD ve Çin ortak operasyonu olduğunu ortaya çıkardı, 2011 yılında çekilen Güney Kore dizisi My Secret Terrius'ta Korona sahneleri vardı, Browne & Harrison’un 15 yıl önce yazdığı Kehanetler kitabında Korona’dan bahsediliyor ve Korona, dünyayı perde arkasında yöneten güç baronlarının insanlığı yeniden dizayn etme projesidir.
Türünden cümleler uzatıldıkça uzatılabilir. Peki, bunlar doğru olabilir mi?
Diyelim ki bunların tamamı doğrunun kendisi olsun!
Bunların hepsi birer gerekçeden öte bir şey ifade ediyor mu? Hayır!
Dünyadaki her bir olay, gelişme ve değişim hadd-i zatında doğal veya yapay sebepler zincirine bağlı ilerlemiyor mu?
Tüm sebepler, ‘Alim, Semi, Basir ve Kadir’ olan Allah’ın iradesiyle tecelli etmiyor mu?
Adı Corona veya başka bir şey bu dünyada her insan ‘amel çapı ve ağırlığı’ açısından bir imtihana tabi tutulmuştur. Corona’nın sebepleri, handikapları ve nasıl aşılacağı, ilgili siyasi erklerin ve bilim ehlinin işidir. Her insan ve özellikle Müslümanlar, bu musibetteki İlahi irade, kader boyutu, ameli durum ve imtihan boyutu görmeli, irdelemeli ve es geçmemelidir.
Bazı felaketler, hastalıklar veya zorlukları sadece biz yaşamıyoruz/yaşamayacağız. Geçmiş, şimdi ve gelecek… Her toplum ve insan ‘zorluk kolaylık, doğruluk yanlışlık’ çizgileri arasında bir hayatla sınanır/sınanmış gerçeğini bilmeyen yok! Milattan önce Asurların bazı yazıtlarında ‘Kıyamet yaklaştı; çünkü ahlak bozuldu, gençler hürmet diye bir şey bilmiyor’ türünden cümleler vardır.
Her asrın insanları yaşadıkları felaketler, hastalıklar, haksızlıklar ve ahlaki sapmalar üzerinden kıyamet vurgusu yapmışlar. Kıyametin ne zaman kopacağı bizim bilgimiz dahilinde değildir; ama her birey ve toplumun ölümü lokal düzeyde bir kıyamettir. Geçmiş toplumların yaşadıkları örnekler görünümünde Kur’an diliyle bize çok açık, anlaşılır ve net bir şekilde aktarılmıştır. Bu Korona ve benzeri açmazlar karşısında bize yakışan Kur’anî bir tavır almaktır.
Yunus Peygamber, Musul şehrinin karşısında harabesi hala görülen “Ninova” halkına Peygamber olarak gönderilir. Bu kavim, Allah’a kulluğu bırakıp putlara tapmaktadır. Yunus Peygamber, bu kavmi 33 yıl boyunca hak yola davet eder, onlara günahlardan vazgeçmeyi, kul hakkına riayet etmeyi ve adil olmayı öğütler. Fakat kavmi vurdumduymaz, aldırmaz ve asi bir yaklaşım sergileyip Yunus aleyhisselamın davetine icabet etmezler. Azgın kavmin azaba uğrayacağı bilgisi Yunus Peygambere verilince o, ALLAH tarafından daha izin verilmeden kavmini bırakıp gider. Yunus (a.s.) ayrıldıktan sonra Ninova şehrini korkunç bir kara duman kaplar. Halk, azabın ayak izini, emareleri görünce akılları başlarına gelir, yapıp ettiklerine pişman bir halde Allah’a yalvarıp dururlar. Ve Allah’ın lütfuyla o musibet üzerlerinden kaldırılır.
Yunus Peygamber, İlahi izni beklemeden kavmini terk ettiği için ‘gece, deniz ve balık karnı’ denilen üç karanlıkla imtihan edilir. Sınanmanın nedenleri içinde vaveyla etmez; çünkü niçin sınandığını bilmektedir. Ve büyük bir edeple ‘(Allah’ım!) Senden başka ilah yoktur, Sen bütün noksanlıklardan münezzehsin. (Oysa ben söz dinlememekle) zalimlerden oldum.’ Der.
Biz de şu an dışarı, ev ve fiziki korunma alanı olmak üzere iç içe üç daire içinde kalma lüzumuyla imtihan olmaktayız. Acaba, bizlerin de ‘tedbir, tefekkür ve başka inkârcı kavimlerin kurtuluşu için rol model olma çabası’ içinde duaya sarılmamız gerekmez mi?
Yüce Allah, haddi aşan ve tağuti bir eda içinde ilahlığını ilan edip insanlara zulmeden Firavun ve avenesine Hazreti Musa ve kardeşi Hazreti Harun’u peygamber olarak gönderir. Onlar ise gördükleri her mucizeyi ‘sihir, büyü’ diye inkâr ederler. Her türlü kötü ve çirkin davranış içinde küstahlık ederler. Bunun üzerine iman edip yola gelsinler ve cennete gitsinler diye ardı sıra musibetlerle denenirler. Bunu ayetlerin diliyle dinleyelim:
“Andolsun biz, Firavun ailesini, öğüt alsınlar diye yıllarca süren kıtlık ve ürün eksikliği ile cezalandırdık. Fakat onlara iyilik geldiği zaman, ‘Bu bizimdir, (biz çalışıp kazandık)’ derler. Eğer başlarına bir kötülük gelirse, Mûsâ ve beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. İyi bilin ki, onların uğursuzluk sebebi ancak Allah katında (yazılı)dır. Fakat çokları bilmezler.
Dediler ki: ‘Bizi büyülemek için her ne getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.’
Biz de, her biri ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderdik. (Hiçbirinden ders almadılar.) Büyüklük tasladılar ve suçlu bir kavim oldular. Üzerlerine azap çökünce, ‘Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz.’ dediler. Fakat erişecekleri bir süreye kadar biz azabı üzerlerinden kaldırınca hemen yeminlerini bozdular. Biz de âyetlerimizi yalanladıkları ve onlara kulak asmayıp gafil bulundukları için kendilerinden intikam aldık da hepsini denizde boğduk.” (A’raf/131-136)
Bu ayetleri günümüz üzerinden ilgili yerlere ‘ABD, İngiltere, Çin, Rusya, İsrail’ gibi tağuti devletleri; içimizdeki ‘sosyalist, liberal, Kemalist, deist, ulusalcı’ ukala ve beyinsiz takımını; ‘deprem, Korona, çekirge ve tokluk’ gibi felaketleri koyalım ve yeniden okuyalım. Bu ayetleri okurken, dünya üzerinde had safhaya ulaşan zulmü, zayıfları sömüren güçlüleri, insanları evlerinden ve yurtlarından sürüp mülteci durumuna düşürenleri, ardı arkası kesilmeyen cinayetleri; kıyıya vuran cesetleri, bombalanan enkazlarda feryatları arşı titreten çocuk ve erkekleri; zina, kumar, faiz ve içkiyi suç sayamayanları, zindanda tutulan masumları, beş vakit namaz beleşçiliği içinde ucuz Cennet gafillerini de göz önünde bulunduralım.
Korona denilen virüs, bu çerçevede Allah’ın (c.c) insanlığı uyarmak için bir şefkat tokatı değil de nedir?