İslam Gündemdir ve Müslümanlar Gündem Oluşturmalıdır
Bir mübarek Ramazan ayının daha sonuna geldik.
Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu Cehennemden kurtuluş olan bu Kur’an ayını acaba kaçımız hakkıyla değerlendirebildik?
Bunu önemli bir soru olarak kendimize ve yakınlarımıza sormamız lazım.
Ramazan bizim; ama bizden çok oruçsuzlar bu ayı konuşuyor.
İstanbul bizim; ama yaklaşan seçimleri Batı bizden daha çok konuşuyor.
Kudüs bizim; ama ihaneti içinde barındıran ‘Yüzyılın Anlaşması’nı İslam düşmanları bizden daha çok konuşuyor. Dünya Müslümanları sayı olarak hiçbir zaman olmadıkları kadar çoklar! İlginçtir ki, dünyaya galip olan ve dünya siyasetini elinde tutan başkalarıdır.
ABD’deki George Washington Üniversitesi’nden iki akademisyenin her yıl gerçekleştirdiği “İslam Ülkeleri Ne Kadar İslami” başlıklı araştırma kapsamında ve birkaç gün önce yayınlanan İslamilik Endeksi sıralamasının ilk 40 sırasında hiçbir Müslüman ülke yer almadı. Listede ilk sırayı şu Camii şehitleriyle hepimizin detaylı tanıdığı Yeni Zelanda alırken; Türkiye ise listenin 95. sırasında kaldı.
Bu ve benzeri sıralanabilecek birçok eksikliklerimiz içinde dünya Müslümanlarının -özellikle Türkiyeli Müslümanların- ‘Gündemi oluşturmak mı yoksa oluşturulan gündem üzerinden bir şeyler söylemek veya yapmak mı?’ sorusuna ivedilikle eğilmeleri ve sağlıklı bir cevap vermeleri gerekir. Kanaatimizce bu soruya verilebilecek/verilecek en doğru cevap gündem oluşturabilecek bir konumda olmaktır.
Etkileme yönüyle, cezbetme açısıyla toplumsal alanda artı kuvvet mi, eksi kuvvet mi olmak gerekir?
Özne konumunda mı nesne konumunda mı olmak gerekir?
Bakışı, sözleri ve eylemleriyle yürek ısıtan mı gönül soğutan mı olmak gerekir? Soruları da bu çerçevededir. İslam’ın dinamik ve evrensel kuşatıcılığı elbette artı kuvvet olup eksi kuvvetleri kendine çekmeyi, özne olup nesneleri kuşatabilmeyi, ülkelerin fethinden önce samimi bir kişilikle yürekleri fethetmeyi gerektirir. Çünkü;
İslam hayatı her yönüyle kuşatan bir çerçeveye, bireysel ve toplumsal hayatın tüm ihtiyaçlarına cevap veren bir genişliğe sahiptir. Müslüman da hayatın olumsuz, hantal, pasif, zahire endekslenmiş tekdüze gidişatına mukabil olumlu yönü, aktif konumu, hareketliliği ve beden ruh, akıl his, zahir batın, madde mana boyutuna ışık tutan yönüyle gündeme birebir müdahil konumda olmalıdır.
Batı ve diğer ideolojik bakışların dar(pencere) bakış açısı olduğu bilinmelidir. Pencere bakış açısı, bakan kişinin bakış yeri ve yönüne göre kişinin sağlı sollu, altlı üstlü doğrularını belirler. Böyle bir bakışa sahip birey ve toplumun da siyasi, sosyal, ahlaki ve idari projeleri kendi doğruları ekseninde olur. O doğruları bağlamında kendini meşru görse de, meşru olmayan ve kabul edilmeyen bir çizgidedir; çünkü böyle bir bakış açısı farklı doğruların varlığından dolayı şiddet ve çatışma doğurur.
İslam ise vahiy ürünü olduğu için İlahi bakış açısına sahiptir. İlahi bakış açısı, pencere bakış açısı gibi değildir; çünkü o, tepe ve hâkim bir bakış açısı sağlar. Bu bakış kuşatıcı bir bakış olup insanın altı yönünü de içine alır. Hâkim bakış açısında algılama çerçevesinin genişliği, kişiye geniş ufuklarda değerlendirme ve düşünebilme yetisi kazandırdığından aynı zamanda doğrunun bir üst bileşeni hakikat de bu bakışın isabetli ve hikmetli bir payesidir. Hayata insan öznesi ve bu öznenin altı cihetini göz ardı etmeden bakan bu tepe bakış açısı selamete, adalete, barışa davet eder. İlahi gözetime dâhil olduğunu bilen ve sorumluluk edasıyla hareket eden bu bakış ise huzurlu bir toplumu ve saadetli bir asrı sonuç verir.
Müslümanların elinde gündeme damgasını vuracak ve gündemin rengini Allah’ın boyasına çevirecek birçok belirleyici unsur vardır. İslami bakış açısıyla bu unsurlar, tüm beşeri açıları kapatacak ve o açıları vahiyle kuşatacak bir potansiyele sahiptir.
Oruç, seçim ve direniş gibi birçok konuyu Müslümanca gündeme taşımak, konuşmak ve anlatmakla Dünya Müslümanları İslam’ı işlevsel bir hale getirebilir. Bu çerçevede oruç ibadetini güncelleştirip sanal bir gayeye dönüşen “Yemek için yaşamak” ilkesini asıl amacına “Allah’a kulluk yolunda yaşamak için şükür edasıyla yemek” hamledebilir ve manevi bir arınmayı aç bilaç insanlara yardım eli olmayı sağlayabiliriz.
“Zekât, sadaka, infak” gibi yardımlaşma ve dayanışma düsturlarını canlı tutmakla faiz, tefecilik, karaborsa, kumarın mahvettiği ticari kokuşmuşluk ve ekonomik çöküşmüşlüğü kurtarabiliriz.
Kulluğun alameti ve müminin miracı olan namazı “Namaz günleri, sohbetleri ve mekânları…” gibi etkinliklerle birinci aktivite yapabiliriz. Buradan hareketle cemaatle safları sıklaştırır, omuz omuza verip kaynaşır; namazın bireyde oluşturduğu huşu halinden hareketle tüm kötülük, aşırılık ve azgınlıklardan kurtulabiliriz.
Ve daha nice benzeri İslami güzelliği gündeme almakla ve pratize etmekle birçok bireysel ve toplumsal kazanım sağlayabiliriz.