• DOLAR 34.66
  • EURO 36.604
  • ALTIN 2957.66
  • ...

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, birkaç gün önce yeni lise sistemiyle ilgili bilgilendirme yaptı. Yeni sistem kâğıt üzerinde ve teorik söylemler yönüyle önemli ve güzel gözüküyor. Düzenlemeler içinde en çok öne çıkarılan konu ‘Liselerde ders sayısının düşme’siydi. Medya, birçok konuda olduğu gibi bu açıklamada da tiraj ve reyting kaygısıyla hareket etti.

Medyanın bu yanlı ve dar perspektifinden yaklaşacağı kaygısı Milli Eğitim Bakanı Selçuk’un sözlerine şöyle yansıdı:

"…Ortaöğretim tasarımıyla ilgili çalışmayı sadece bir ders çizelgesi olarak görmek elbette mümkün değil. Bu Türkiye'nin bir gelecek projesi, bir ekonomi projesi, bir sosyal hayat projesi. Türkiye'nin dünyada, bu topraklarda, bu coğrafyada onuruyla haysiyetiyle dimdik ayakta durabilmesinin bir eğitimsel projesidir…"

Bu ifadeler, yeni düzenlemeler için çok iddialı açıklamalar olarak gözüküyor. Eğitim gibi bireyi ve toplumu her açıdan ilgilendiren bir konu daha çok geniş çaplı bir çerçevede ele alınmalıdır. Beşikten mezara kadar insan hayatını kapsayan bir öğrenme süreci hepimizin malumudur. Bu eğitim süreci ve okul okuma süresi Türkiye’de neredeyse her bireyin ömründen 16 yılı almaktadır. Bu kadar hassas bir konunun artık bayatlamış, koku veren ve mide bulandıran müfredat değişikliklerine kurban edilmemesi lazımdır.

Göreve gelen her Bakan’ın kendini tatmin arzusuyla dizayn ettiği eğitim sistemimiz elimizde pelte gibi durmaktadır. Dokununca her tarafından dökülmeye yüz tutan, adeta bir yazboz tahtasına dönen, açılmayan bir kapak misali her gelenin ‘dur, bir de ben deneyeyim’ dediği bir mantıkla eğitim sisteminin düzelmesi zordur. Bu sebeple eğitim sistemiyle ilgili değişim ertelenmemeli ve ihmal edilmemelidir.

Mektep kelimesinden bakınca ‘kitab’ı okutan, okul sözcüğünden yola çıkınca ‘oku-ma’ eylemiyle bizi kıymetlendiren, Arapça bir kavram olan maariften ele alınca irfan derecesine çıkaran,  Latince bir terim olan ‘ekol’den bir tespitle entelektüel bir artıya vardıran okul/eğitim gerçekliğini kem sözlülere, art niyetlilere ve şom ağızlılara bırakmamak gerekir.

Bu noktada alternatif bir eğitim yaklaşımı, ciddi bir gereklilik olarak kendini gösterir.

Toplumun inanç ve örf arka planından kuvvetini almayan, ahlaki kriterleri genel ilkelerden saymayan, rol model bir öğretme bağlamında ısrar etmeyen, karma eğitimi reddetmeyen, ezberci bir yaklaşımdan öte kavratan bir yaklaşımı içermeyen; ilgi, yetenek ve becerilere göre ilerlemeyen; mesleki bir icra için temellenmeyen eğitim sistemi güdük kalmaya mahkûmdur.

Oku! Eylemi söz konusu olunca aynı anda ‘insan, kâinat ve bilgiyi’ birer kitap görüp Yaratan Rabbin adıyla ve razı olduğu ölçüler içinde okutmayan bir eğitim sistemi çok iddialı, içerikli ve süslü olsa da manadan yoksun nesiller üretir.

‘Öğren, oku, okut ve uygula!’ önce bir slogan ve ardından bir pratik olarak evden mektebe, mektepten sokağa uzanan düzlemde toplumu tüm fertleriyle kuşatmalıdır.  

Bir eğitim sistemi;

İnsan kitabına bakınca şükürden,

Kâinat kitabına bakınca tefekkürden,

Kur’an kitabına bakınca hikmetten,

İnsanlık mektebine bakınca vahiyden ders almıyorsa;  

Bir okul, tüm bunları bir ders olarak okutmuyorsa, o zaman öğretmenin hanesine ve öğrencinin karnesine nitel ve nicel bir sıfır yazmaktan başka bir çare kalır mı?