Ezana hazımsız azgın güruh
İstiklal Caddesi’nden, cami yönünde yürüyordu. Mehtaplı bir hava vardı. Cemre toprağa da düşmüştü. Baharın ve üç ayların denkleşmesi gönülleri ve tabiatı daha bir güzelleştirmişti. O, bu duygular içinde yürürken caddedeki kalabalık dikkatini çekti. Kalabalığın çoğu kadındı. Bağrışma, çağrışma ve sloganlar birbirine karışmıştı. Ne oluyor, diyemeden bugünün 8 Mart olduğu aklına geldi.
Bir yıl boyunca kadını yok sayanlar, kadını bir meta gibi görenler, şehvet düşkünlüğü içinde kadını bir rant aracı görenler, kadına şiddet uygulayanlar bu günü ‘Kadınlar Günü’ ilan etmişlerdi.
Kadını; iffeti, hayâsı ve tesettürü ile her günün kıymeti sayan ve annelik statüsüyle Cenneti onlara olan sevgi ve hürmete endeksleyen İslam’dı. Bundan habersiz bu zavallı ve şuursuz güruh bir de ellerine tutuşturulan dövizlerde kendilerinin ahlaksızlığa alet edildiklerini de bilmiyor. ‘Bu beden bizim, biz kimsenin namusu değiliz!’
sloganlarıyla özgürleştiklerini, her türlü insani muameleye hak kazandıklarını sanıyorlardı. Onların bedenleri üzerinden onlara değer(!) verenler, Komünizm’den devşirme bir günü Kapitalizm’in dönen çarklarına hizmet etsin diye ‘Dünya Kadınlar Günü’ ilan etmişti.
Yüreği bir yandan bu manzarayla daralırken bir yandan da bu insanların gafletine üzülüyordu. Solcu dernekler, LGBTİ’ci oluşumlar, sermaye baronları aynı zamanda bu tür günler ve kutlamalar üzerinden İslam düşmanlığını ilan ediyorlardı. Her türlü geri kalmışlığın ve sömürü düzeninin arkasında kirli Batı aklı varken, nasılsa bunu İslam’a ve onun dinamiklerine mal edebilmişlerdi. Ne yazık ki bu rezil tablonun oluşmasında ‘kendi dinini bir model olarak yaşamaktan uzak, vehn’le dünyaya dalmış ve çeşitli saiklerle birbirlerini ötekileştiren Müslüman birey ve yapılar payı’ azımsanamazdı.
Ezan-ı Muhammedi ile bu düşüncelerden sıyrıldı, kendini yatsı ezanının gönülleri fetheden atmosferine vermek istedi. Seyrek olan ıslık, alkış ve yuhalama sesleri ezan-ı Muhammediye’nin okunmaya başlamasıyla birlikte daha bir arttı. Sanki protestolar, onları kontrol altında tutmaya çalışan polise değildi. Evet, dikkatli bir şekilde bakınca ve kulak kabartınca bu ıslıklar ve yuhalamalar okunan ezanaydı. Kendi kendine ‘Subhanallah!’ dedi.
Ebucehil, Hind ve Velid bin Muğire çağlar ötesinden yeniden dirilmişti. Kur’an okununca onlar değil miydi “İnkârcılar dediler ki: ‘Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız!" (Fusilet: 26) diyenler, Abdullah b. Mesud’u Rahman Suresini okudu diye dövenler, eski bir köle olan ve İslam’la aziz olan Hz. Bilal Kâbe’nin damında ezan okuyunca ezanı hazmedemeyenler?
Halid b. Üseyd, “Babama ikramda bulunup da bu günü işitmesine engel olan Allah'a hamd olsun” ve Haris b. Hişam da, “Vah anam vah! Ölseydim de bugünleri görmeseydim. Kâbe'nin üzerinde Bilal’in… duyuyorum” sözleriyle öfkesini dile getirmiyor muydu?
Bu ülkede 18 yıl ezanı yasaklayan, camileri ahıra çeviren, sabah ezanını rahatsız oluyorum diye şikâyet eden, ezanı tek tipleşme adına merkezi sisteme endeksleyen ve minarelerde ezan okuyan müezzinleri şehid edenler bunların baba ve dedeleri, bunların düşünce dünyasında olanlar değil miydi? Gördü ki; Müslüman bir ülkede İslam’ın şiarı ezana hazımsızlık, bir kez daha deşifre olmuştu. “Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah, nurunu mutlaka tamamlayacaktır.” (Tevbe Sûresi:32) ayeti sanki yeniden tecelli ediyordu.
Biliyordu ki ezan sesinden cin ve ins şeytanlar rahatsız olurdu. Adi ruhlar ve karanlıktan nemalanan yarasa kapasiteliler ezanı istemez, ezandan ürkerlerdi. Ezanı protesto eden bu köle ruhlular, GEZİ’nin bu çapulcu sürüsü ve ÇUKUR’ların lağım fareleri bilmiyor ki ‘Güneşe gözünü kapayan kendi karanlığını oluşturur.’ Celladına vurgun Stockholm sendromlular, ezan sevdasını ve ezana adanmışlığını bile anlamaktan yoksun olduklarını biliyordu. Dilinde şair M. Akif’in dizeleri dökülür bir halde namaz için camii avlusuna girdi:
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli."