• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Yarınları inşa ve ihya etmeye aday gösterilen gençler için ‘Hayat nedir?` sorusu önemli bir yer tutmaktadır. Uluorta bu soruyu sorunca hayatın ne olduğuna dair, farklı ve ilginç cevap alacağımız muhakkaktır; ama genellikle hayatın ne olduğuna dair sığ bir algı var. Hayatın daha çok bedeni ihtiyaçlara ve maddi beklentilerine bağlı anlaşıldığı da bir gerçekliktir. Hayatın ‘bir sınav` olduğunu herkes bilir ve söyler. Bu sınav, herkese göre çoktan şekillenmiştir.

Hayat, tez canlı bazı gençlere göre ‘sosyal medya aracılığıyla sağa-sola düzen vermek`ten ibarettir. Bazı klasik tanımlar içinde ‘sınıf geçmek, üniversite sınavı kazanmak, iyi not almak, bir işe yerleşmek veya kariyer yapmak`tır. Hayatı idealist bir yaklaşımla fikir ve düşünce dünyası içinde de değerlendirenler vardır. Bunların hepsi doğrudur; lakin hayat sadece bu ve benzeri a, b ve c şıkları arasında gidip gelmek de değildir.

Hayat, bütünü ve her aşaması ile bir sınavdır. Sınava ister dünyevi ister uhrevi bakılsın, durum aynıdır. Sınavın tüm katılımcıları ya kazanacaktır ya da kaybedecektir. Kimileri başaracaktır, kimileri kaybedecektir. Oysa asıl olan kaybettiklerimize yanmak ve kazandıklarımıza kanmak değildir. Her başarı ve kazanç gibi her başarısızlık ve kayıp da geçicidir. Elemlerin ve lezzetlerin zamana, zemine ve çabaya bağlı olduğu bir sınanmadan bahsedince, baki kalanın “bu kubbede bir hoş sada bırakmak” olduğu görülür.

Sınav bilmecesindeki sır, dengeli bir hayat yaşamaktır. Her anlamda olgun bir şahsiyet ise hayatı ayrıntılarıyla kavramakla elde edilir. 

Başarı ve kazançlarıyla şımarmayan, başarısızlık ve kayıplarıyla paniklemeyen kişi, olgun insandır. Olgunluğa, dürüstlüğe, diğerkâmlığa talip olmak en güzelidir. Bu bağlamda hayatın ne olduğu sorusuna cevap kabilinden şu hususlar hayatı anlamlı ve faydalı kılar:

Bilinçli bir iman, kalıcı bir hedef, ümitsizliğe geçit vermeyen bir kararlılık, zamanı iyi değerlendirmek; kendini, kâinatı ve kitabı okumak; güzel bakmak, güzel görmek ve güzel yorumlamak; sevmek ve sevilmek, bir işi bitirince başka bir işe koyulma…

Şuurlu bir inanç, insanı güçlü kılar. Mümin insan, olayların şiddeti ne olursa olsun geri adım atmaz, pes etmez ve olumsuz etkilenmez. Tevekkül atmosferinde netice biçmeye çalışır ve dünyayı sırtına vurup kendine nefis, heva ve şeytan kamburu oluşturmaz. Aksine dünyayı bir araç kılıp kulluk hedefine varan yolda huzurlu bir hayat sürer.

Bütün bunlar hem “kul” olmanın gereğidir, hem bilenme ve dirilmenin ölçüsüdür. Artılarımızın şımartmaması ve eksilerimizin karşısında da yıkılmamak için hedefe odaklanmak, hedef eksenli düşünmek ve hedefe doğru çabalamak lazımdır.

Resulullah, bir nesil oluşturmayı hedefledi, çabaladı, tevekkül etti ve Medine`yi inşa etti.

Fatih`in hedefi İstanbul`u fethetmekti, gemileri karada yürüttü ve amacına ulaştı.

Selahaddin-i Eyyubi`nin hedefi “Kudüs`ü fethetmekti” ve Kudüs`ü fethetti.

Peki, bizim hedefimiz nedir? Hedefimiz nerededir? Ona nasıl ulaşacağız?

Şunu hatırdan çıkarmayalım: Hem hedefimiz meşru olmalıdır, hem de bizi hedefe götürecek vesileler meşru olmalıdır. Yoksa kendi kapanımıza düşer ve fasit girdaplar içinde boğulur gideriz.