Kim haklı?
Batı`nın Ortadoğu, bizim ‘Ümmet coğrafyası` olarak bildiğimiz topraklarda yüz yılı aşkın bir süredir devam eden bir ‘işgal, savaş ve çatışma` hali vardır. Bazen doğrudan bazen dolaylı ve bazen de örtük devam eden bu kargaşa ve kaosun başını Batılı ülkeler çekmektedir.
Çatışmalı taraflar bazen devletler, bazen örgütler bazen de gruplardır. Son birkaç yıldır neredeyse herkes, herkes ile bir düşmanlık, bir çatışma, bir çekişme, bir savaş halindedir. Jeopolitik önemin, yer altı kaynaklarının, coğrafik güzelliklerinin adeta tavan yaptığı bu coğrafyada çatışma, savaş halinde nedense kim haklı kim haksız hesabı yapılmaz. Herkes kendine göre haklıdır; çünkü herkesin uğrunda savaşacağı ve öleceği bir davası vardır.
Fıkra bu ya; “Nasreddin Hoca, kadıyken bir gün bir ahbabı burnundan soluyarak gelir ve hasmı için söylemediğini bırakmaz. Sonra: ‘Hocam, Allah aşkına söyle, demiş, haklı değil miyim?` Hoca ne yapsın? ‘Haklısın!` demiş. Ahbabı sinirleri yatışmış olarak gider ve diğer hasım gelir. Bu defa da o başlar atıp tutmaya, yok bana böyle yaptı demeye. O da Hoca`ya sormuş: ‘Haklı değil miyim?` Hoca: ‘Vallahi çok haklısın!` demiş. Bu da sakinleşerek gider. Hoca`nın hanımı bu işe şaşırır kalır ve: ‘Sen de garipsin Hoca Efendi. İkisine de sen haklısın dedin. Hiç öyle şey olur mu? Der. Hoca, hanımına bakıp: ‘Hatun, demiş, sen de haklısın!` der.”
ABD, Rusya ve AB, ali(!) menfaatleri ve dünya ağababalığı için müdahildir. Dünyayı ancak onlar yönetebilme kabiliyet(!) ve salahiyetine(!) sahip olduğu için kendilerini haklı görüyorlar.
İşgalci israil, vaad edilen topraklar ve insanlığın efendisi(!) olma hasebiyle kendini haklı görüyor.
İran, Suudi, Mısır, Suriye gibi devletler; bazı örgütsel yapılar kendi pencerelerinden ve amaç olarak belirledikleri ilkelerinden dolayı kendilerince haklılar.
Peki, gerçekten kim haklıdır?
Savunma, savaş ve çatışmada kimin haklı, kimin haksız olduğu öncelikle taşınan niyete bağlıdır. Eğer niyet doğru, amaç ‘adaleti tesis, mazluma destek, fitneyi def ve barışı sağlama` gibi iyi bir amaca hizmet ediyorsa bu durumda haklılıktan söz edilebilir. Yok, eğer niyet yanlış, kötü ise; çatışma ve savaş ‘intikam, menfaat, asimile, ötekileştirme` gibi saiklerle çıkarılmışsa yönetici ve liderler adını kibirlice ve bencilce yükseltme gayesi taşıyorsa, o zaman bu haksız bir savaştır.
Bir ülke başka bir ülkeye, bir grup başka bir gruba ancak ‘meşruiyet sınırları içinde, haklı gerekçelerle, iyiyi yücelten kötülüğü gerileten bir ufukla, barışı önceleyen ve adaleti merkez alan bir bakışla` savaş açabilir, savunma geliştirebilir, direniş hattı oluşturabilir.
Hasımın öldürmeye geldiği bir anda bile diriltmeye ve ihyaya adanmışların savaşı haklıdır; bunun dışında diğer bütün haklı(!)lık söylemleri yalandır.