Batı`nın Tazyikleri Ve Biz
Batı`da reform, Rönesans hareketleri ve Fransız İhtilali bireysel ve toplumsal dinamikler açısından önemli bir yere sahiptir. Avrupa`nın özel şartları ve Ortaçağ`da Batı insanının içinde bulunduğu durum itibariyle bu gelişmeler kanıksanabilir. Bu gelişmelerin İslam toplumlarına yansımasına gelince aynı tavır sergilenemez, sergilenmemelidir.
İslam toplumları, 150 yıl öncesine kadar toplumsal ve yönetsel açıdan ciddi sorunlar yaşamıyordu. Ermeniler, Yahudiler, Ortodoks ve diğer gayr-i müslim topluluklar dahi huzurlu bir yaşam grafiğine sahipti. Adalet, kardeşlik, ittifak, fetih, kanaat ve şükür gibi temel dinamikler birey ve toplum yaşamını bire bir etkiliyordu. Bu pozitif etki sayesinde sorunların asgari seviyede ve huzurun azami seviyede olduğu bu sosyal yapı söz konusuydu.
Batı, haçlı ruhunu diri tutmaya yönelik bütün uğraşlarına rağmen yüzyıllar boyunca Müslümanlara diş geçirememiş, ilmi gelişmelerde geri kalmış, kendi içinde yüzyıl savaşları çıkarmış ve dindaşlarını dahi acımadan kılıçtan geçirmiştir. İslam`a karşı hep ezik, yenik ve kompleksli olan Batı dünyası yüzyıllar boyunca diş bilemiş, kin beslemiş, fırsat kollamıştır.
1800 yılların başından rüzgâr tersine dönmüş. Batı, Müslümanlara karşı ‘ilmi, siyasi, teknolojik, ekonomik ve askeri` alanda günden güne üstünlük sağlamış. Müslümanlar ise çoğunlukla bu üstünlüğün sebeplerini kendi iç dinamiklerine, ataletlerine, Batılı fikirlerin getirdiği ihtilaflı hale değil; Batı`nın akıllı, modern, güçlü oluşuna bağlamışlar.
Milliyetçilik, Modernizm ve Batılılaşma gibi fikirlerin İslam toplumlarına taşınma çabası zamanla kavgalı, ötekileştirici, mutsuz ve taklitçi bireyler ve sosyal yapılar ortaya çıkarmıştır.
Batı, İslam ülkelerini yönetimiyle, yasal mekanizmasıyla, eğitim algısıyla ve yaşam standartlarıyla kendine mecbur kılmış, bağımlı ve bağlantılı hale getirmiştir.
Batı, Müslümanların yeniden ihya ve inşasına vesile olabilecek kavramları da menfi, negatif, yasaklı ve eksik bir tanımlamaya dâhil etmekten geri durmamıştır.
Batı, Müslümanların birey ve toplum olarak ıslahına, bilinçlenmesine, uyanışına, birliğine ve beraberliğine, kardeşlik ve dayanışmasına engel olmayı bir vazife bilmiştir. Batı`nın istediği insan ve toplum tipinin oluşması uğruna ‘yasaklar, zulümler, sömürü, işgal ve katliamlar sıradan bir hal halini almıştır.
Batı, İslami hayatın ruhu mesabesinde olan ‘tevhid, cihad, tesettür, ahlak, hizmet, mescid ve cemaat` gibi kavramlara ve bunların uygulanmasına tahammül etmemiş; özgürlük, serbestlik, çağdaşlık, moda gibi ‘birey/ben`i kutsallaştıran eksik gedik kavramları ithal etme yoluna gitmiştir.
Çağdaş yaşamın Müslüman toplumlarda bir felsefe haline gelmesi için uğraşan ve bu uğurda zikrettiğimiz yöntemlerden hiçbirini esirgemeyen Batılı yönetimler, medya ve sanat klikleri, aktivistler, onlara köle olmuş taklitçi tipler gelinen noktada avuçlarını yalar hale gelmişlerdir. Bunlar, İslam dünyasındaki lokal ve yerel düzeydeki bilinçlenmeler henüz onları boğacak bir çığa, bir dalgaya dönüşmeden can havliyle tüm kartlarını açıktan oynamaya başlamışlardır.
Müslümanlar olarak biz de birey, toplum ve hükümetler olarak son dönemlerdeki uluslararası ve ulusal tazyikleri, tahammülsüzlükleri ve darbe girişimlerini bu minvalden değerlendirmeliyiz. Kuklalarla değil kuklacılarla uğraşmamız gerektiğini idrak etmeliyiz. Kişilerle meşgul olan küçük insanlardan, olaylarla gün geçiren vasat insanlardan değil davamızla içselleşen büyük insanlardan olmamız gerektiğini kavramalıyız.