#BUSON28ŞUBAT OLSUN
Kışın şiddetine iman mücadelesinin zorluğu da eklendiği için şubat dünya Müslümanları için çok meşakkatli vaziyet almıştır. Farklı zaman dilimlerinde bu ay içinde nice öncü Müslüman şehit edilmiş; Hama, el Halil, Doğu Guta… gibi birçok katliam yapılmıştır.
Türkiyeli Müslümanlar için Şubat ayının Şehadet ayı dışında ikinci bir önemli bir anlamı daha var: 1997 yılının 28 Şubat`ında post modern bir darbe gerçekleşti.
Doğrudan yönetimi devr alma şeklinde olmasa da isteklerin dayatıldığı bir darbeydi bu.
İktidara, özgürlüklere, yaşam şekline müdahale eden; sosyal alana Müslümanların Müslümanca katılımını zorlaştıran, yasaklayan ve imkânsız hale getiren bir süreçti bu.
Gücün şımarıklığı içinde Firavuni bir edayla ‘bin yıl sürecek!` denilmişti, 28 Şubat için. İslam kimliğini öne çıkaran ‘köfteci boyacı, kadın erkek, öğrenci öğretmen, köylü şehirli, sivil memur` kim varsa ya fişlenmiş ya suçlanmış ya işkencelere maruz kalmış ya da zindanla hicret arası bir tercihe mecbur kalmıştı.
Tepkilere, hak aramalarına, suç duyurularına rağmen sağır sultan bile haberdar olmuş; ama apoletli ve yargı titrli ekâbirler üç maymunu oynuyordu. On binlerce mağdur, ötekileştirilmiş ve dışlanmış yüz binler; dayanışma, kaynaşma paydası 28 Şubat`ın korku atmosferiyle sıfırlanıp ayrıştırılan ve kutuplaştırılan bir toplum oluşmuştu.
Masallara bile taş çıkartan mantıksızlık örgüsü içinde 28 Şubat dayatmasını kabul eden çoğu insan bile bir şekilde şüphe, zan altında kalmış veya ve fişlenmiş. 28 Şubat dayatmasını kabul etmeyenler ise işkence edilerek, hapse atılarak, işine son verilerek, toplum gözünde ötekileştirilerek tüm ailesiyle iliklerine kadar mağdur edilmişti.
Anlatılacak, yazılacak o kadar mümin, mazlum, mağdur yaşam hikâyesi var ki buna ne sabır taşı dayanır ne de 28 Şubat zulmü ciltler dolusu kitapla anlatılabilir.
Sözü o günlerden alıp sözüm ona dindarlar adına KAZANIMLARIN OLDUĞU(!) son 16 yıla getirmek istiyorum:
Tam bizden birileri geldi; alnı secde görüyor, sesi gür çıkıyor, İsrail`e ‘One minute!` çekiyor, dindar nesil, halkların kardeşliği, dillerin birleştirici yönü vurgusu yapıyor; artık rahat bir nefes alacağız, hidayete müştak gönüllere daha rahat gideceğiz diye rahatladık. İlk on yıl için de henüz askeri vesayetin etkisi tam aşılmadı, kırılmadı diye bazı uygulamalara sabrettik, sineye çektik, kallavi bir edayla ‘vardır bir hikmeti(!)` anlayışı sergiledik.
15 Temmuz meşum girişiminden sonra canımızı dişimize takıp sokaklara döküldük. Ümmetin son kalesi addedilen diyarın serden geçenleri olarak Allah`a hamd ettik. AB, ABD, İsrail`le hiçbir ilişkiler kesilmedi, anlaşmalar iptal edilmedi, onların kötü emeller amaçlı kurulmuş üslerine dokunulmadı; ama gözdağı veren söylem ve eylemler gerçekleşti. Artık, bize bu zorlukları, zulümleri yaşatanlar doğrulamayacak şekilde yenildi veya derdest edildi/ediliyor, deyip sevindik.
Gelinen nokta ise bizi şaşırttı. Evet, kalkınma, gelişmişlik ve maddi bağlamdaki artılara diyeceğimiz yok; aksine takdir edişimiz var; ama 28 Şubatın başımıza inen zulüm sopaları direniş ve sabır safını güçlendirdiği gibi manevi dinamikler güçlüydü. Yasal bir dayanağı olmayan yönetmelik veya kanun hükmünde kararnamelerle şeklen bir iki değişim ve dostlar alış verişte görsün türünden düzenleme dışında bir kazanım yok. İki gün sonra 21. yılını dolduracak olan 28 Şubat süreci dindarlar için hala adaletten yana, kardeşlikten yana, hak tesliminden yana, mağduriyetlerin giderilmesinden yana çok bir artı getirmedi; aksine OHAL bahanesiyle yumuşatılmış söylemlerle ve ehlîleştirilmiş tepkilerle Müslümanlar hala mağdur edilmektedir.
Allah aşkına birileri kalkıp da 28 Şubat süreci bitti demesin! Biz yine de yazımızı #BuSon28ŞubatOlsun tagına destek cümlesi ve temennisiyle bitirelim.