• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Gölcük depremi ve ardından 12 Kasım 1999’da yaşanan Düzce depremi ile ülke olarak sarsılmış ve deprem gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalmıştık.

O tarihlerden itibaren depremler gündemimizden eksik olmadı. Uzmanların deprem ile ilgili olarak söyledikleri önemli bir uyarı vardı; “Deprem gerçeği ile yaşamaya alışmalıyız” diye. Bu hayati gerçeği o tarihten itibaren sık olarak duyduk. Burada; ‘deprem olacak kaderinize boyun eğin’ denilmiyordu.

Burada amaçlanan şu idi: Depremler olacak bunu engelleyemeyiz. Ancak depremlere karşı güçlü tedbirler alabiliriz. Sağlam binalar yapmalıyız. Ve bu sağlam binaları zemin etüdü yapılmış sağlam zeminlerde yapmalıyız. Ve deprem sonrası kurtarma çalışmalarında uzmanlaşmalıyız. Bunları hakkıyla yaptığımızda depremler bize fazla zarar veremeyecektir. Zaman içerisinde birçok konuda önemli adımlar atıldı lakin daha kat edeceğimiz çok yol var.

Deprem ile ilgili gerçekler Çin’in Vuhan kentinde Aralık 2019 da ortaya çıkan ve 10 Mart 2020’den beri ülkemizde görülen korona salgını içinde geçerlidir. Tarihte olan diğer salgınlar gibi bu salgında aşı çalışmaları ve etkili ilacın bulunmasıyla etkisizleşebilir. Bu süreç belli ki uzun sürecek. Salgınları deprem gibi engelleme gücümüz yok. Ancak bilinçli hareket ederek maske, mesafe ve temizlik gibi tedbirleri üst düzeyde uygulayarak etkisini azaltmak mümkündür. Bununla birlikte geliştirilen aşıların yaygın olarak yapılmasıyla bu virüs iyice etkisizleştirilebilir.

Bu süreçte dünyanın dengesi adeta ters yüz oldu. Ticaret, eğitim ve üretim adeta durdu. Fiyatlar tavan yaptı ve küresel ekonomik krizler yaşıyoruz. Alınan normalleşme kararlarını müsbet tarzda kullanmadığımız için kısa süre sonra yeniden kısıtlama kararları ile karşılaşıyoruz. Hastalık ve salgın ağır bir şekilde etkisini devam ettirip her gün aramızdan canlarımız giderken, toplumda hâlâ salgın yokmuş gibi tedbirlere riayet eden pek yok.

Tokalaşmadan sarılmaya kadar salgını tetikleyecek ne etken varsa yapılıyor. Sonra biz veya bir yakınımız hastalanınca da ‘bu da nereden çıktı’ diye feveran ediyoruz. Binalarımız çürük zeminlerde çürük olarak ve malzemeden çalarak yaparsak ve yeterli denetim olmaz ise; en küçük bir depremde o binamızın yıkılması mukadderdir. Tıpkı bunun gibi bizlerde toplum olarak hem aşı olmazsak, hem de tedbirlere uyma noktasında gafil davranırsak; her gün 200-250 arası insanımızı, belki de daha fazlasını kaybetmeye devam edeceğiz.

Korona son zamanlarda öyle etkili bir hal aldı ki, hastaneler ve yoğun bakımlarda neredeyse yer kalmadı. Özellikle aşı olmayan ve kronik hastalığı olanları götürüyor. Öyle bir duruma geldik ki, aşı için ev ev, sokak sokak, köy köy dolaşan sağlık çalışanları artık vatandaşların vurdumduymazlığından bunalmış durumda. Kapısına kadar gelen aşıyı reddeden insanlarımız hastalanıp yoğun bakımlık olmalarını artık kaldıramıyorlar. Yeter artık aşımızı olup tedbirlere düzgün riayet edelim. Aylardır zor durumda olan sağlıkçılara da kendimize eziyet etmeyelim. Yoksa toplum olarak korona enkazı altında kalmaktan kurtulamayacağız.

Korona ile yaşamaya alışmalıyız derken bu hastalığın vakıa olarak hayatımızda olduğunu ve her gün sevdiklerimizi aramızdan aldığı gerçeğini görelim. Bu hastalığın yıkıcı etkisini hesaba katarak tedbirlere ve tedavinin tek yolu olan aşıya azami dikkat edelim. Yoksa mevcut halimiz; vaka ve ölüm sayımızla bu salgınla ne mücadele edebiliriz, ne de yaşayabiliriz.

Selam ve dua ile…