İnsan yalnızlığı sevmez, tercih eder
Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selâm da O’nun pak Rasûlüne olsun.
Yalnızlığı sevdiğimi sanırdım, ta ki çamaşır asmak için çıkarken anahtarı evde unutup kapıyı üstüme kapatana kadar… İşte balkonda kalmıştım; ayakkabım, çoraplarım bile içerde kalmıştı. Uzağa gidemezdim bu halde. Çarşafın eteklerini sürüye sürüye arka sokaktaki arkadaşa gittim. İslam uğrunda bedeller ödemiş biriydi ama küskündü, kızgındı, kimseye kapısını açmıyordu. Beni o halde kapıda görünce kıyamadı, aldı içeri.
Meğer o da dua ediyormuş saracağı sarmaya yardım edecek birinin gelmesi için… “Seni Allah gönderdi.” dedi, sevindi, güldü. “Ben sarma sarmayı pek bilmem.” dedim ama yaptığım işi beğendi mecburen. O gün iş-güç, muhabbet derken bitti ama birbirimize doyamamıştık. Eskilerden, samimi insanlardan, davanın çilesini çekenlerden kim kalmıştı ki!.. Ona doyamamam normaldi.
Ayrılırken “Her zaman gel!” dedi. Nezaketen söylediğini düşünerek “İnşâAllah…” dedim ve evin yolunu tuttum. Ertesi gün kahvaltıya çağırdı. Ve diğer gün… Orada pişirirdik, akşam yemeğimizi alır eve dönerdim. Acılarımızı, sevinçlerimizi, sıkıntılarımızı hep beraber yaşadık tam bir yıl boyunca… Anladım ki insan yalnızlığı sevmez, tercih eder.
Özellikle Üç Aylarda “Şu bidat, bu haram…” diyenler gelirdi sohbetimize. Bilirsiniz bu insanlar hiçbir şeyden anlamazlar ve sadece ortamı bozmak ve susmamak için gelirler. Hadis-i şeriflerle önemi belirtilmiş bazı gün ve gecelere bile hürmetleri yoktur. Hemen ortaya bir ‘demokrasi’ veya ‘laiklik’ lafı atıverirler. Bir gün bir genç kız “Bu insanlara ilk anlatılması gereken demokrasinin şirk olduğudur.” diyor, ne desek anlamıyor. Abla ikramları getirdi, meseleyi anlayınca beklemediğimiz bir performansla kızın annesine dönerek, “Abla sen demokrasi nedir biliyon mu?” dedi. Kadın “Yok vallaha, bilmiyorum.” deyince, “Sen önce anana öğret, sonra buradakilerin derdine düş.” dedi. Bir baktık ki genç kız çekip gitmiş. Bu sadece bir örnek…
Bizim gibi kibar olmak yerine üslup bilirdi. Kime nasıl davranacağını, kimle nasıl başa çıkacağını… Bir sırrınızı verin, mezara kadar götürürdü. Onunla birlikte, parayla Kur’an okuyanların ekmeğiyle oynadık, parayla Kur’an dersi verenlere tabiri caizse kepenk kapattırdık. Mahalleli ücretsiz tesbih namazı kılındığını gördü bizimle. Hepsi o ablanın vesilesiyle oldu.
Küçük kardeşi gibi sevdi bizi, korudu, kolladı. Biri bizi üzecek bir laf etse, kaplan gibi atılırdı. Hâlbuki önceden evinin kapısını bile açmazdı. Biz de kendisini hep huysuz biri sanırdık. Bütün vesveseler, ayrılıklar uzak kalmaktandı. Bir de sürekli duyduğu eleştirilerden, ithamlardan…
Birbirimize sahip çıkmıyoruz, birbirimizi tutmuyoruz. Uzak duranın, daha gitmeden salasını okumayalım. Belki canlanacak, dirilip yeniden daha büyük bir aşkla yola düşecek, çalışacak, çabalayacak. Bunun için anahtarı içerde unutmayı beklemeyelim, adım atalım. Kardeşimizin evine ve kalbine girecek sebepler ayarlayalım. Bizim bıraktığımızı şeytan tutuyor.
Rabbim birbirine sahip çıkanlardan eylesin cümlemizi.