Aliya’nın Mektubu ve Bosna ile Gazze’nin Kardeşliği
Bosna’nın Bilge Lideri Aliya İzzetbegoviç’i, 19 Ekim’de 21. vefat yıldönümünde rahmetle yâd edeceğiz. Bilge bir şahsiyet oluşunun yanı sıra, 1992-1995 yılları arasında Sırplara karşı verilen destansı direnişteki liderliği, Aliya İzzetbegoviç’i tarihe damga vuran bir şahsiyete dönüştürdü. Bugün Gazze özelinde devam eden direnişleri hatırlatan bir mücadele ile Bosna’nın Müslüman kalmasını sağlamış, ancak Avrupa’nın gözleri önünde gerçekleştirilen soykırım ve vahşetler asla unutulmayacak izler bırakmıştır.
Türkiye’ye yazdığı bir mektupta kendilerini ve amaçlarını şöyle tanımlıyor Aliya: “Kültürünü, dinini, kimliğini sömürmeye çalışan güçlere karşı canı pahasına direnen bir millet… Ve dünyayı sömürgeleştirmek isteyen, bunun için bazen dini, bazen dili, bazen ırkı, bazen mezhebi kullanan işgalcilere karşı insanlığı ve kardeşliği bir arada yaşama idealini korumak için bir direniş...”
Bugün aynen Gazze’de olduğu gibi, Bosna’da da yokluklar içerisinde nasıl destansı bir direniş sergilendiğini şöyle anlatıyor Aliya: “Boşnaklar tarihte eşine az rastlanır bir direniş sergilediler. Kendi tüfeğimizi yapmaya çalıştık, kendi silahlarımızı üretmeye uğraştık. Şofbenden bombalar, soba borularından roketatarlar yaptık. Ama hiç tankımız olmadı… Dünya, Bosna’yı o mucizevi ve onurlu direnişiyle hatırlasın. Biz acınacak bir millet değiliz, aksine bastığımız her adımda gururla yürüyoruz.”
Karşıdaki düşman aynen bugünün siyonistleri gibi, güçleri sadece masum ve savunmasızlara yeten alçak bir zihniyete sahip… “Savaşı yaşamayan birine onu anlatmak çok zordur, anlatamazsınız. Dört tarafı dağlarla çevrili bir şehre, her taraftan ateş edildiğini düşünün. Hareket eden her şeyi vurma emri veren bir zihniyet düşünün. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı ayırmayan bir anlayış düşünün.”
Ve aynen Gazze halkının yaşadığı açlık ve mahrumiyet karşısında ABD’nin uçaktan attığı sözde yardım paketleri ile ne kadar da benzer manzaralar yaşanmış… “Elimizdeki insani malzeme tükendi… Şehirde gıda bitti, temiz su şebekeleri yok edildi. Elektriğimiz ve gazımız yoktu. Odun ve kömürümüz de… Şehre giriş ve çıkış da yapılamıyordu. Bir kuşatmaydı bu. Çocuklarımız, bebeklerimiz, yaşlılarımız açlıktan, bakımsızlıktan öldüler. Birleşmiş Milletler, yardım gönderiyoruz diye bize otuz yıl öncesine ait konserveleri, pirinç paketlerini gönderdiler. Bu konserveleri sokağa koyduğumuzda, kapağını henüz açmadan köpekler bile onların kokusunu alınca hemen kaçıyorlardı.”
Aliya, bugün de aynı zihniyete sahip Batı’nın sözde çağdaş ve ileri demokrasi anlayışı (!) için şunları söylüyor: “Avrupa ve Amerika’dan adaleti, hakkı, hukuku, yıllardır savundukları demokrasiyi, hürriyet hakkını, kendi koydukları ve var olduğunu savundukları ilkelere sahip çıkmalarını talep ettik. Ama onlar, biz Boşnakları elimiz kolumuz bağlı halde düşmanımızın önüne sürdü. Avrupa’dan, Amerika’dan sesimizi duymalarını bekledik. Her gün bizi kandırdılar, her gün bizi aldattılar. Onlar için biz yoktuk. Avrupa’nın ortasında bir halk, sadece Müslüman olduğu için, hakkını, hukukunu aradığı için katillerin önüne elleri bağlı halde terk edildi. Avrupa’da olduğumuz için en azından bir sorumluluk hissedeceklerini düşünmüştük, yanıldık.”
Ve mektubun sonunda sömürgecilere karşı Aliya’dan dikkate alınması gereken bazı önemli uyarılar: “Sen bir ırk, bir mezhep değilsin, olamazsın. Batı, Haçlı Seferlerini düzenlerken veya Çanakkale’de sizleri boğazlarken Türk, Kürt veya Arap diye ayırım yapmıyordu. Ne zaman ki onların çıkarı için yeni devletlere ihtiyaç duydu, Arap’a Arap demeye başladı. Seni ondan, onu senden ayırdı. Bugün de Kürt’ü senden, seni Kürt’ten ayırmak için gece gündüz çalışıyor… Sen var olmak zorundasın. Bu yüzden bir ve beraber olmak zorundasın. Sömürgecilerin tezgâhıyla saflara ayrışmamalısın.”
İbret alınması dileğiyle, rahmetle yâd ediyoruz…