• DOLAR 34.447
  • EURO 36.303
  • ALTIN 2837.002
  • ...

Malazgirt; Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Alparslan’ın, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’e karşı 26 Ağustos 1071 tarihinde kazandığı zaferin adıdır.

Malazgirt; Diyarbakır’ın 639 yılında Ashab-ı Kiram tarafından fethedilmesi sonucunda kapısı aralanan ve 1453 yılındaki İstanbul'un fethine giden yolu açan önemli bir zaferdir.

Malazgirt; yıllar sonra Kudüs fethinin de gerçekleştiği gibi bir Cuma günü, Cuma namazı sonrası, kefen tarzı beyaz kıyafetler içinde ayetlerin verdiği zafer müjdeleri ile üstesinden gelinen zorlu seferin adıdır. 

Malazgirt; Kürt, Türk, Arap vs. ümmetin tüm unsurlarıyla bir araya gelip sırt sırta verdiğinde ve sadece ilahi rıza ile küfre karşı direnişe geçtiğinde, kendisinden 4-5 kat büyük ordulara karşı bile Allah’ın inayetiyle muzaffer olabildiğinin ispatıdır.

Malazgirt; sadece bir ırkın ve etnik unsurun ya da kabile ve topluluğun değil, İslam adına küfre karşı cihad eden iman ehli yiğitlerin ortak zaferidir.    

Ve Muhammed Alparslan; asıl hedefi Kudüs olan, ancak Romen Diyojen’in tehdidi üzerine Malazgirt seferine çıkıp Kudüs hedefini erteleyen ve daha sonra bu ideali, oğlu Melikşah tarafından görevlendirilen Atsız Bey’in eliyle gerçekleşen sultandır. Ama maalesef yaşanan ihtilaf ve tefrikalarla Kudüs Haçlıların eline geçecektir.

Muhammed Alparslan; bir Kürt olan Selahaddin Eyyubi gibi mensubu olduğu Türk ırkını değil; İslam’ı, Kudüs’ü ve ümmetin birliğini önceleyen bir şahsiyettir.   

Muhammed Alparslan; kendilerinden kat kat büyük bir orduya karşı mücadele ederken, orduya şu sözlerle iman ve cesaret pompalayan liderdir; “Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur, yenilirsek şehid olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir sultan ne de emir alan bir asker var. Ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım; benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönebilirler.”

Muhammed Alparslan; Allah’a dayanınca zaferlerin, ama kendi gücüne fazlasıyla güvenip Allah’ın kudretinin göz ardı edildiği durumlarda mağlubiyetlerin kaçınılmaz olduğu hakikatini, 1072 yılında çok sayıda atlı ile Mâverâünnehir’e doğru sefere çıkan ama Yusuf el-Harezmî’nin hançeriyle henüz kırklı yaşlarda şehadete yürüyen Muhammed Alparslan şöyle dile getirmiştir: “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allah’a sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden, sanki ayağımın altındaki dağ titriyor gibi geldi. Kalbimden, «Ben dünyanın hükümdarıyım, bana kim galip gelebilir!» diye bir düşünce geçti. İşte bunun neticesi olarak Cenâb-ı Hak, âciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah’u Teala’dan af diliyor, tevbe ediyorum.”    

Netice-i kelam; Muhammed Alparslan kimi milliyetçilerin sahip çıktığı ve kendi siyasi emelleri için sembolleştirmeye çalıştıkları bir şahsiyet değildir. Aksine; İslam anlayışına sahip, Kudüs ve ümmetin maslahatını düşünen Müslüman bir sultan ve liderdir. Ve batılı kaynaklar; adalet, merhamet ve mertlik konusunda, onu da Selâhaddin-i Eyyubî ile birlikte anmaktadır.