• DOLAR 34.572
  • EURO 36.268
  • ALTIN 2972.278
  • ...
İran ve Amerika arasındaki gerilim ve düşmanlığın uzun bir geçmişi bulunuyor. 1979`da İslam Devrimi`nin meydana gelmesinden kısa bir süre sonra Tahran`daki Amerikan Büyük Elçiliği bir gurup üniversiteli öğrenci tarafından işgal edilmiş ve içindeki personel casusluk yaptıkları gerekçesiyle rehin alınmışlardı. Şahın devrilmesiyle büyük bir şaşkınlık geçiren Amerika, büyükelçilikte çıkan gizli belgelerle daha bir zor durumda kalmıştı.
 
İslam Devrimi lideri Ayetullah Humeyni Amerika`yı “Büyük Şeytan” ilan ederek mazlum halkları, başta Amerikan olmak üzere tüm batı emperyalizmine karşı baş kaldırmaya çağırmıştı. Dünyanın stratejik açıdan hassas ve petrol kaynaklarının bulunduğu Ortadoğu bölgesini denetimlerinden kaçırma tehlikesi ile karşı karşıya gelen Amerika ve batı, İran`daki İslam Devrimini ortadan kaldırmak için harekete geçti. İçerden “Halkın Mücahitleri” örgütü devreye kondu ve devrim öncüleri aleyhindeki suikast girişimleri ve bombalamalar gerçekleştirildi. Dışarıdan ise bölgedeki Arap devletlerini İran aleyhinde kışkırtmaya başladılar. O zamana kadar kimsenin gündeminde olmayan Sünnilik-Şiilik konuları konuşulur hale geldi. Çok geçmeden Amerika, Saddam Hüseyin`i İran`a saldırttı ve sekiz yıl süren savaş başladı. Bu uzun süren savaş sürecinde bölgenin kaynakları hep silaha gitti ve savaşta yüz binlerce can kayıp verildi.
 
İran-Irak savaşı, İranlı yöneticileri askeri açıdan güçlü olmanın gerekliliğine iyiden iyiye inandırdı.
İran`ın uranyum zenginleştirme yönündeki açıklamalarından sonra İran- Amerika arasındaki gerginlik tırmandı. 2006 ve 2010`da Güvenlik Konseyi İran aleyhindeki yaptırımları onayladı. Amerika ve israil, İran`ın nükleer programına direk askeri bir müdahale yapmak yerine, içerde karışıklıklar çıkarıp bir rejim değişikliği yapmayı hedeflediler. Bunda pek başarılı olamayacaklarını anlayınca da nükleer programı yürüten bilim adamlarına suikastler düzenlemeye başladılar. Bilindiği gibi İran`ın dört bilim adamı bu suikastlerde hayatını kaybetti. İran, israil ve Amerikan istihbarat örgütleri tarafından yapıldığını yakinen bildiği bu saldırılara bir karşılık vermedi. “İt ürür kervan yürür” politikası sürdüren İran, cinayetlere karşılık verme yerine, askeri tatbikatlarla kendisine yapılacak bir saldırıya cevap verebileceği mesajını vermeyi tercih etti.
 
Peki Amerika ve israil neden İran`ın nükleer güce sahip olmasını istemiyorlar?
Dünyada nükleer güç sahibi birçok ülke varken neden özellikle İran`ın bu güce sahip olması korku ve endişeye neden oluyor? Başta israil gibi saldırgan, işgalci bir gücün elinde yüzlerce atom bombası var. Nükleer silahı masum sivillere karşı kullanma sabıkası taşıyan Amerika`nın kendisi en büyük nükleer güç. Nedense bu devletlerin elindeki silahlar insanlık için tehlike oluşturmuyor, ama daha ne olduğu belli olmayan İran nükleer programı niçin bu kadar gündemi meşgul ediyor? Çin, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerin de nükleer bombası var. Güney Kore de en son bu silaha sahip oldu; bütün bunlar bir yana neden hep İran?
 
Yaşanan dünyanın kuralı bu. Güçlüler kendilerine rakip istemezler. Batı düşüncesinin “İnsan insanın kurdudur” “Büyük balık küçük balığı yutar” tarzında ifadesini bulan vahşi anlayışı özellikle askeri ve ekonomik alanda hükmünü acımasızca icra etmektedir. Bu anlayış ve felsefe insanlığın son iki-üç asırda çektiği acı ve dramların da asıl nedenini oluşturmaktadır.
Amerika ve batı aslında Ortadoğu bölgesinde hiç bir güçlü devlet olsun istemiyorlar. Özellikle halkı Müslüman bir ülkenin güçlü olmasını hiç istemiyorlar. Mesela Türkiye, Suudi Arabistan gibi batı yanlısı ülkelerden biri dahi nükleer güce sahip olmak istese, İran`ın karşılaştığı durum ile karşılaşmaktan kurtulamaz. Amerika ve batının bunu istememesinin stratejik, ekonomik ve tarihi bazı nedenleri var. Batının bölgedeki tek güvenilir müttefiki israil`dir. Bu ülkenin güvenliği için bölgede güçlü devlet istenmiyor. Ama mesela Ermenistan gibi bir ülke için bu pek söz konusu edilmeyebilir. İslam coğrafyasında güçlü, istikrarlı ve lider bir ülkenin olmaması için gerekli bütün tedbirler alınır. İşte İran`ın bölgesel bir güç haline gelmesinin önlenmek istenmesinin önemli nedenlerinden biri bu; yani israil`in güvenliği. İran`ın bölgesel bir güç ve lider konuma gelmesinin doğurduğu diğer önemli bir sakınca ise bölgedeki Amerikan hegemonyasını tehdit etmesi. İran`ın nükleer güce sahip olması demek zayıflamaya başlayan bölgedeki Amerikan nüfuzunun tamamen tehlikeye girmesi anlamına gelir.
İran`ın nükleer programına bir askeri saldırı konusunda Obama yönetimi ile israil arasında bir anlaşmazlığın olduğu artık gizli değil. Seçimlerin yaklaştığı bir zamanda Obama ne olacağı belirsiz bir maceraya girişmekten korkuyor. Batılı devletler de ciddi bir ekonomik krizin pençesinde olmalarından dolayı bir savaş çıkmasını istemiyorlar. israil ise bu gerekçelerle İran`a bir saldırı yapılmasının istenmiyor olmasından çok rahatsız görünüyor. Bazen tek başına saldırma ihtimalini ima eden açıklamaların ise sadece psikolojik etkileme amaçlı olduğu belli. Yani İran`a saldırı konusunda tek başına kalmış israil`in durumu hiç iyi değil. Dolayısıyla İran elini çabuk tutar da programı başarıyla sonlandırırsa artık bölge her açıdan rahatlamaya doğru adım atacak; israil ve Amerika`nın elinde rehin durumdan kurtulmuş olacaktır.