Camilerimiz ve biz
Cami, İslam medeniyetinin tezgâhıdır. Cami olmadan İslam`ı anlamak ve yaşamak zordur, sorunludur. İslam medeniyetinin medar-ı iftiharı olan ne varsa cami (mescid) kaynaklıdır. Tarihi süreç içinde oluşan birikimlerimizin hemen hepsi cami etrafında oluşmuştur. Cami, sanki İslam kültür ve medeniyetinin tarlasıdır. Mescid odaklı olarak doğup büyüyen bu medeniyet insanlığa kalıcı değerler armağan etmiştir.
Mescid veya camiden bahsederken öncelikle onun mahiyeti ve misyonu ile ilgili konuları konuşmak lazım. Asr-ı Saadet`ten günümüze kadar camilerin ifa ettiği görevleri masaya yatırmak ve ümmetin hayatı üzerinde ifa ettikleri etkileri görmek gerekir. İslam ümmetinin bugün yeniden layık olduğu yere ulaşması için camilerin nasıl bir misyon yüklenmeleri gerektiği konusu vakit geçirilmeden ele alınmalıdır.
Mescid`in misyonu hayatın her alanı ile ilgili kapsayıcı bir özelliğe sahiptir. Mescid diğer dinlerdeki mabetler gibi sadece ibadet ve dua odaklı bir mekân değildir. Daha açık bir ifade ile cami sadece namaz kılınsın diye inşa edilmemiştir. Hatırlayalım ki İslam`ın ilk on dört yılında namaz var, ama cami yoktu. Müslümanlar henüz bir mescide sahip olmadıkları Mekke döneminde bazı evlerde bir araya gelmişler ve kendi sorunlarını bu gibi ortamlarda çözmeye, gidermeye çalışmışlardır. Mekke döneminde bunun en meşhur örneği ‘Dar`ul Erkam`dır. Buna rağmen bu dönemde müşrik geleneğin tasallutu altındaki Ka`be (Mescid-i Haram) unutulmuş değildir. Hz. İbrahim`den beri kutsallığı bilinen Ka`be`ye karşı Müslümanlar ilgisiz kalmamış, çevresi putlarla dolu olsa dahi ona karşı gösterilmesi gereken ilgi ve sevgiyi yaşatmaya gayret etmişlerdir.
İlk Müslümanların gönlünde saygı ve sevgiyle anılan diğer önemli bir mescid ise Mescid-i Aksa`dır. Tarihteki önemli peygamberlerden bazılarının hatıralarını taşıyan Kudüs`teki bu mescid aynı zamanda Müslümanların ilk kıblesidir. Rasulullah efendimizin miraçgâhıdır. Rasulullah(as) yüce makamlara Mekke`den değil, Kudüs`ten çıkmış ve inişi de aynı yerden olmuştur. Sanki Aksa mescidi ve Kudüs yerden göklere açılan yegâne kapıdır.
İslam`ın ilk yıllarında kılınan namazlar Mescid-i Aksa`ya taraf dönülerek kılınıyordu. Bu durum ancak Medine döneminin ikinci yılında değişmiştir. Müslümanlar Ka`be`ye doğru namaz kılmaya başladıktan sonra da Mescid-i Aksa`yı unutmamışlar onu hep ‘ilk kıble ve ikinci harem` diye anmışlardır. Hz. Ömer (ra) döneminde ise Kudüs`ün fethi müyesser olmuştur.
Müslümanlar nezdinde üçüncü kutsal mescid ise hicretten sonra bina edilen Mescid-i Nebi`dir. Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudsü Şerif`te bulunan bu mescidler mübarektirler. Bu mescidleri ziyaret etmek buralarda namaz kılıp dua etmek teşvik edilmiştir.
Bugün Müslümanların kutsal saydıkları bu üç mescid de dahil diğer bütün coğrafyalardaki mescitlerin asli misyonlarını ifa etmekten uzak bırakıldıkları acı bir gerçektir. Ve dahası Mescid-i Aksa Siyonist güçlerin işgali altındadır. 1967`den beri esaret altında bulunan Kudüs ve oradaki İslami mukaddesat, enva-i türlü hakaretler ve ihanetlere, oradaki Müslüman kardeşlerimiz de saldırı ve katliamlara maruz kalmaktadırlar. Şirazesi dağılan kitap halini arz eden İslam alemi yarım asırdan fazladır kanamaya devam eden bu yaraya bir çare bulamamıştır. Siyonist işgalciler Kudüs dahil bütün Filistin topraklarını Yahudileştirmek için kurdukları planlarını adım adım uygulamaya devam etmekte ve hiç bir ciddi tepki de görmemektedirler. Katar`a ambargo ve boykot için hemen toplanan ve karar alan körfez ülkeleri, yarım asırdır işgal altındaki Kudüs ve Mescid-i Aksa için kılını kıpırdatmış değiller.
Medeniyetimizin kalbi olan mescitlerimizin korunması, asli hüviyetlerine kavuşturulması günümüzün en önemli konularındandır. Bir sonraki yazımızda Türkiye`deki cami ve sorunlarına değinmek dileğiyle Allah`a emanet olunuz.