Bu gidişat hayra alamet değil
Türkiye, hem dışarıdan hem de içeriden ağır sorunlarla karşı karşıya kalacağı yeni bir döneme giriyor. Buna 'kuşatma' diyenler de var. Ortadoğuda olup bitenler ister istemez Türkiye'yi de etkiliyor. Hatta Suriye krizinden en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Depremin üssüne yakın yerler yakınlık derecesine göre sarsıntıdan etkilenir. Türkiye'nin depreme yakın bölgede yer alması sonucu geçirdiği sarsıntı ve uğradığı hasar makul karşılanabilir; ancak evin içeriden tahkim edilmemiş çürük taraflarının olması sonucu oluşacak hasar ve kayıplar daha büyük bir felakete yol açabilir. Eğer Türkiye kendisini sallayan depremin faturasını çok daha pahalıya ödemek istemiyorsa, içerideki sorunlarını bir an önce ve doğru bir şekilde halletme yoluna girmelidir.
Sebepleri geçen yüzyılın başlarına kadar uzanan eski ve bir o kadar derin iki ana sorunumuz var. Bunların ilki Kürt meselesi, diğeri ise adil, eşitlikçi, milletin örfü ve dini inancıyla barışık bir 'yönetim sistemi' ve bunun garanti vesikası hükmündeki 'anayasa' ihtiyacıdır. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu her iki konunun çözümüne duyulan ihtiyaç ve arzu, Ak Parti'yi dördüncü kez iktidara getiren esas, ana sebeptir. Türkü ile, Kürdü ile bütün Türkiye bir asırdan beri devam eden, çözülmemiş, çözülmek istenmemiş, inkar yoluyla yok sayılmış bu iki meselenin çözümü için Ak Parti'yi dördüncü kez iktidara taşıdı. Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım ve Ak Parti'nin milletin bu talebini ne oranda karşıladığı ile ilgili bazı şeyler söylemeye çalışalım.
Ak Parti memleketin çözüm bekleyen birçok sorunlarına neşter vurdu. Özellikle ekonomik alanda gözle görülür icraatlara imza attı. Hatta bazı konularda hayal dahi edilemeyen ilerlemeler sağlandı. Kim olursa olsun, hiç kimsenin hakkını yememek lazım. Ak Parti'ye kan davası güder gibi düşmanlık edenlere asla itibar etmiyoruz. Amma velakin, düşülen hatalara işaret etmek, ihmale uğramış konulara değinmek, olumlu manada eleştiri yapmak hem görevimiz, hem de hakkımızdır.
Öncelikle şunu belirtelim. Adına 'barış süreci' konmuş olan ve büyük yankılarla reklamı yapılan süreç fiyaskoyla sonuçlandı. Bu sürecin doğru ilerlemediği yönündeki itiraz ve uyarılara iktidar partisi maalesef kulaklarını tıkadı. Süreç sadece PKK ile barış, silahların bırakılması ve bazı iyileştirici adımların atılması olarak görüldü ve yürütüldü. PKK, oluşan ortamı fırsat bilerek iki yıl boyunca şehir savaşına hazırlık yaptı. Devlet ve hükümet ise buna göz yumdu, görmezden geldi. İmralı'daki zatın hayali, filozofik planlarıyla avunan hükümet, yattığı şirin uykusundan uyandığında işin işten çoktan geçtiğini fark etti. Suriye ve Irak sahasında gelişen olaylar da, PKK'yı daha bir güçlendirdi ve uluslararası camia nezdinde sahadaki önemli aktörlerin başına taşıdı. Dolayısıyla PKK ve Suriye'deki uzantısı PYD her zamankisinden daha güçlü olmayı bu süreç sayesinde elde ettiler.
Ak Parti kadrolarının, Kürt sorunu dendiğinde ne anladıklarını açıkça ortaya koymaları gerekir. Zira bu konu hâlâ netleştirilmiş değil. Süreç esnasında taraflar arasında konuşulanlar da hep gizli- saklı kaldı. Ülkenin kaderini ilgilendiren böylesi önemli bir konunun saklı tutulması doğru değildi. Konu Kürtlerin hak ve hukuku ise, bu direk halkın kendisine sorulmalı, referandum türü yollar ile halkın ne isteyip ne istemediği ortaya konmalıydı. Böyle yapılmadı, bütün bir bölge PKK`nın insafına terk edildi.
Şayet Kürt sorunu bir ekonomik ve güvenlik sorunu olarak görülüyorsa bu temelden yanlıştır. Ak Parti`den önceki iktidarların da en büyük yanılgısı bu noktada olmuştur. Kürt sorununu anlamanın en basit yolu, ırkçı esaslar üzerine kurulu devletin ideolojik yapısına bakmaktır. Bu yapı değişmediği sürece Kürdistan`a yağmur gibi altın veya bomba yağdırmanız hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. Bir asırdan beri katliamlar ve asimilasyon politikalarıyla yok edilmeye, yok sayılmaya maruz kalmış bir milletin gasp edilmiş haklarının iadesi ve kırılan onurunun tamir edilmesi öyle pansuman önlemlerle halledilir zannediliyorsa yanlış düşünülüyor demektir. Yine bu iş, içi doldurulmayan, laftan ibaret dini, İslami söylemlerle uyutma, oyalama hileleriyle de çözülemez.
Evet Ak Parti, süreci yanlış adresle ve yanlış yöntemle yürüttüğü için bozguna uğradı. Zaten şu son üç aydan beri girilen çıkmaz nokta, önceki dönemde yapılan hataların sonucudur. Yanlış uygulamalardan çıkan sonuca ‘oh ne iyi oldu` demiyoruz, demeyeceğiz. AK Parti`nin bu hatasını kabul etmesi ve doğru olanı yapmak için fazla vakit kaybetmeden harekete geçmesi gerekir diye düşünüyor ve umut ediyoruz. Ancak şimdi asıl önemli olan, önce işlenen bu hataların doğurduğu sonuçlarla mücadele ediyorum derken yeni hatalara düşmemektir. Ama anlaşılan o ki hükümet yeni ve daha ağır sonuçlar doğuracak hatalar işlemeye devam ediyor.
Peki nedir bu hata olarak gördüğümüz şeyler? PKK`nın savaşı şehirlere taşıması ne kadar yanlış ve tehlikeliyse, hükümetin polis ve orduyu sokaklara sevk etmesi de bir o kadar yanlış ve tehlikelidir. Evet, halkın PKK`nın özyönetim veya devrimci halk savaşına itibar etmediği doğru. Ancak güvenlik güçlerinin bu gerçeği suiistimal ederek halka zarar vermesi sadece PKK`nın işine yarar. Halk, PKK`nın kendilerini zora sokmalarından daha çok, devletin kendilerini bunların tasallutundan kurtarmak için samimi hiç bir çaba ortaya koymamasına, kazılan hendekler ve konulan barikatlara adeta seyirci kalınmasına ve halkı potansiyel terör destekçisi gören devlet tavrına hayıflanıyor. Ak Parti eğer bölge halkını tekrar kaybetmek istemiyorsa hataları sonucu oluşan bu yeni olguya karşı akıllı bir siyaset yürütmelidir. İşi yakıp yıkmak, öldürüp kökünü kurutmak yoluyla halledeceğini sanan, bozkurt işareti yaparak, duvarlara ırkçı sloganlar yazan zihniyet ve elemanları bölgeden çekilmelidir. Sokak ve mahalle aralarında duran tanklar acilen kışlalarına sevk edilmelidir. PKK ile mücadele adına dindar vatandaşların evlerini zorla işgal edip mevzi ve karakol haline getirmenin adı ‘devlet` olamaz. Bunun adı olsa olsa eşkıyalıktır. Seksenli doksanlı yıllarda tecrübesi yapılmış bu tür eşkıyalık yöntemlerinin sadece PKK`ya yarar sağladığı ne çabuk unutuldu? Halkın güven ve sevgisini kazanmayan bir devlet o halktan destek talep etme hakkını da kendinde görmemelidir. Devlet, pire için yatağı yakma hatasına düşerse sonuçlarından da sadece kendisi sorumlu olacaktır.
Şimdi soralım; şu kış mevsiminde sokak ve mahalleleri savaş alanına döndürülmüş, kaçabilenlerin göçtüğü, kaçabilecek fırsatı bulamamış olanların ise evlerinin hedef haline geldiği insanlardan hangi yüzle destek isteniyor? PKK`ya sorarsanız ‘halk ayaklansın` diyor. Devlete sorarsan, ‘bu halk artık PKK`ya destek vermesin, karşı çıksın` diyor. Her iki taraf da halkı meydana, savaşa davet ediyor. Halk ise bu beladan kaçışın kapısını zorluyor.
Şimdi kendimize soralım: Şu kış mevsiminde yerinden yurdundan göçen on binlerce insana kim yardım ediyor? Ey Müslümanlar, hayır sahipleri, sivil kuruluşlar, insan hakları savunucuları neredesiniz? Baas zulmünden kaçan Suriyelilere gösterdiğiniz civanmertliği neden kendi öz kardeşinizden esirgiyorsunuz? Silvan, Cizre, Silopi, Sur`da yakılıp yıkılan evler, tarihi mekanlar, vurulan masum canlar neden vicdanlarımızı sızlatmıyor?
Haydi hep beraber mazlum halkın yanında olalım, yardımlarına koşalım. Zorba yöntemlere, masumların katline, tarihin talan edilmesine şu aziz toprakların Suriyeleştirilmesine izin vermeyelim. Hep birden ‘ édi bese` diye haykıralım.