Çözüm İslam değilse nedir peki?
Genelde İslam dünyasının özelde ise Ortadoğu denilen bölgemizin sorunları çözüm beklerken her geçen gün daha da içinden çıkılmaz bir hal almaya doğru ilerliyor. Baş döndüren bir hızla gelişen olayların ve değişimlerin tesadüfi olmadığını belirtmek gerekir. Dünyaya nizam veren büyük güçler, karanlık hesaplarını kâh bizzat, kâh da bölgedeki uzantıları uydu yönetimlerle beraber gerçekleştirmeye devam ediyorlar.
Coğrafyamızdaki sorunlar birinci dünya savaşından sonra büyük devletlerin kendi çıkar ve sömürü hesapları uğruna yaptıkları fiili müdahalelerle başladı. Yüzyıl önce olup biten bu dış müdahaleler iyi tahlil edilmeden, amaçları bilinmeden bugün olup bitenleri doğru anlamak mümkün olmayacaktır. Zira bölgemizde bugün olup bitenler, dün gerçekleşmiş olanların sadece bir devamından ibarettir. Hedef; kendilerine ebedi düşman olarak belirledikleri İslam`ı devreden çıkarmak, tamamen kendi çıkarlarına uygun bir yapıyı yerleştirmektir. Hayattan kopuk bir din anlayışı ile beraber sadece isimde Müslüman kalan uyduruk bir tip yetiştirmek de hedefe ulaşmak için elde edilmesi gereken önemli noktalardan biridir.
İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı idaresine karşı güven duygusunu yitirmiş Şerif Hüseyin liderliğindeki Arapları oyuna getirdiler. Yıkılacak Osmanlı sonrasında kendilerine bağımsız bir Arap devleti vadinde bulundular. İngiliz ve Fransızlar bir yandan Arapları boş vaatlerle oyalarken, diğer yandan henüz birinci dünya savaşı sonuçlanmadan kendi aralarında imzaladıkları gizli bir antlaşma (Sykes- Picot 1916) ile bölgenin, kuzeyi Fransızlara, güneyi de İngilizlere kalacak şekilde bölüştüler. Savaşın bitiminden sonra ise paylaşılan topraklar üzerinde daha önce vaat ettikleri gibi tek bir devlet değil, irili ufaklı bir düzine devlet oluşturdular. Yani bugün gördüğümüz sınırlar yaklaşık yüzyıl önce savaşın galipleri tarafından cetvelle çizildi. Haçlı zihniyetli batı dünyası bölgeyi bu şekilde taksim ederek öncelikle Müslüman halkın ileride birlik oluşturup güç kazanmasının önünü kapadı. Yani cetvelle masa başında çizilen bu sınırlar gelişigüzel değil, şeytani bir plan dâhilinde dikkatlice hesaplanarak çizilip ortaya kondu. Oluşturulan bu yapay sınırlar muhtemel bir İslam birliğini engelleme ve bölgesel ihtilafları körükleme esası üzerine şekillendirildi. Yani bölgeyi bu şekil taksim ile bir taşla birçok kuş hesabı yapıldı.
Batılılar sadece topraklarımızı değil, zihinlerimizi ve kalplerimizi de işgal edip parçaladılar. Müslümanları kendi öz inanç, kültür ve tarihi değerlerinden soğutmak için ne gerekiyorsa yaptılar. İslam`ın hayat ve toplumu düzenleyen güçlü esaslarına imanı sarsmak, bu konuda Müslümanların zihinlerini bulandırmak için şeytani planlar kurdular. Materyalist Batı medeniyetinin teknolojik ilerlemişliği ideal gösterilerek, hayattan amacın sadece maddi ihtiyaçları tatmin etmek olduğu ve bunu gerçekleştirmenin yolunun da her alanda dini kayıtlardan uzak bir hayat tarzı ile (laisizim) mümkün olabileceği telkin edildi.
Emperyalist sömürü düzeni Müslümanların özgüven duygularını temelden sarsacak propagandaları da her alanda yaygınlaştırdı. Kendi gücünü yenilmez bir ilah gibi göstermek yoluyla Müslümanların gözlerini korkutmaya, onları ekonomik ve askeri alanlarda kendine bağımlı kılmaya uğraştı.
On dokuzuncu asrın sonlarından itibaren başlayan yoğun Batılılaştırma politikalarının saldırıları hemen her alanda hâkimiyet kurdu. Müslüman toplumda, din ve inancın ilerlemenin engeli olduğu, bunu aşmak için ise tıpkı Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslam`ın bünyesinde de bir reforma ihtiyaç olduğu dile getirildi. Osmanlının yıkılmasından sonra kurulan yeni Türkiye`de gerçekleşen Atatürk inkılapları bu anlayışın en radikal örnekleri olarak uygulamaya kondu. Geri kalan İslam ülkelerinde de benzer uygulamaların gerçekleşmesi için büyük çabalar harcandı. Bu çabaların doğurduğu sonuç ise: Ne doğulu ne de batılı, ne Hıristiyan ne de Müslüman ucube bir nesil oldu. Şimdi Batı emperyalizminin sömürü düzeninin üzerinden bir yüz yıl geçti ve neo-Haçlılar gene kapımızdalar. Evlerimizin kapısını kırıp içeriye giriyor ve tecavüz ediyorlar; yakıp yıkıyorlar. Uçak filoları üzerimize ateş yağdırırken, bizim ekmeğimizi yediği halde emperyalistlerin kılıcını sallayan içimizden bazıları; ‘İslam`ın siyasi bir devlet planı yoktur. İslamcılar dini siyasete karıştırarak yüceliğine halel getiriyorlar` tarzında vaazlar etmeye devam ediyorlar. İslam çözüm olamaz diyorlar.
Bence bu uşak ruhluların bu sözleri masumların başına inen bombalardan daha onursuz ve daha zalimdir. Böylelerine şöyle demek kâfidir: Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.