• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Bugünlerde herkes ‘çözüm süreci` hakkında fikirler serd ediyor. Müslümanlar olarak barışçıl çözümden yana olduğumuzun altını bir kez daha çizelim. Ancak adına ‘çözüm süreci` denen şeyin hakikati bilinmeli ki, bunun gerçekten bir ‘çözüm` olup olmayacağı kanaati hâsıl olsun. Devlet ile PKK arasında adına çözüm denilen süreç hakkındaki görüşlerimi başka bir yazıya bırakmak, bugün İslami camiaların Kürt sorunu hakkındaki yanlış yaklaşımlarına değinmek istiyorum.

Türkiye`deki İslami kesimlerin kahir ekseriyetinin Kürt sorununa ‘kayıtsız` kaldıkları inkâr edilemez bir hakikattir. Yıllardan beri insani, hukuki, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla ülkenin bir numaralı olayı olarak gündemde yer alan bir konuya İslami kimlik sahiplerinin ilgisizliğini nasıl izah edilebiliriz? Bir cehalet mi, yoksa kasıtlı bir görmezden gelme mi veya nefsi bir maraz mı? Ya da, bu kesimlerin uğraştığı daha büyük sorunlar mı var?

İnsan hayatı ve toplum saadeti konularına İslam`ın ne kadar önem verdiği ortadayken, söz konusu kesimlerin bu konudaki sessizliklerini anlamak kolay değil elbette. Hak-hukuk, adalet ve merhamet dini olan İslam, Kürtleri(haşa) bunun dışında mı tuttu? Elbette böyle bir şey olamaz.  Kürtlerin mağduriyet ve mazlumiyetlerine İslami kesimin gereken önemi vermemesi, bazı Kürtlerde kötü bir ‘unutulduk`  hissi doğurmakla kalmadı,  karanlık odakların Kürtleri İslam`dan soğutma planlarının da gerekçesi görüldü. Milli yapıları İslam ile ayrışmaz bir hal almış Kürtleri İslam`dan uzaklaştırmanın vebali sadece bunu yapan fesat şebekelerine mi, yoksa buna seyirci kalanlara da mı aittir? Bu soruyu herkesten önce İslami kesimlerin kendilerine sormaları ve Kürtlerin ümmet içinde hak ettikleri mevkilerini almaları için çaba harcamaları gecikmiş bir vecibedir. Bu kesimlerin geçmişte Kürtleri zalimlerin eline teslim etmiş olma günahlarının kefareti olarak daha çok gayret göstermeleri gerekmez mi?

Devletin resmi ideolojisi yıllardan beri Kürt sorununu yok saydı. Ancak bunun bir çözüm değil, tam aksine problemi doğuran ana neden olduğu yaşanan acı tecrübelerle ortaya çıktı. Resmi ideolojinin bu malum tavrı bazı Müslüman çevrelerde neredeyse aynıyla kabul gördü. Kürtlere yapılan haksızlıklar karşısında bazı İslami cemaatlerin Kemalistlerle aynı çizgide kalmaları nasıl izah edilebilir? Öyle ki, bu cemaatlerden kimisi  ‘Kürt` ve ‘Kürdistan` kelimelerinin telaffuzunu dahi sorun edebiliyor.

Seksenli yılların başında üniversite öğrencisiydik. Okuduğumuz ilahiyat fakültesindeki hocalarımızdan birinin dahi Kürt sorununa olumlu yaklaştığına şahit olmamıştık. ‘Kürdüm` demek hoş karşılanmıyordu. Kürtlerin hak ve hukukundan bahsetmek ise  ‘Kürtçü,  PKK`lı` diye yaftalanmak için yeterli bir sebepti. Bir gün, Diyarbakırlı bir arkadaşımızın: ‘Yahu bu ne biçim iş; memlekete gidince PKK`liler bize faşist ve hain, buraya (Konya)gelince de, Müslüman kardeşlerimiz bize ‘Kürtçü ve PKK`li diyor` şeklindeki sitemini hiç unutmam.

İslami kesimlerin enerjilerini birbirleriyle uğraşarak tükettiklerini söylemek yanlış olmaz. Bütün gücünü mezhep ve meşrep kavgasında harcayanların ciddi toplumsal konuları sahiplenme ve o konularda çözümler ortaya koyma noktasında geride kalmaları kaçınılmazdır. Yıllarca şu kitap, bu üstat tartışmaları ile zaman tüketmek, tarihte kalması gereken gereksiz ihtilaf ve detaylarla uğraşmak ciddiyet ve samimiyetle bağdaşmadığı gibi, insanlığı kurtarmak için gerçek bir ‘nur` olan Kur`an`ın ruhuna da ters bir durumdur.

Uzak coğrafyalardaki Müslümanların sorunları gündemimizde yoğunlukla yer alırken, iç içe yaşadığımız, aynı toprakları paylaştığımız Müslüman insanların sorunlarına bigâne kalmak çözülmesi zor bir muammadır. Din ve diyanet ehlinin haksızlık karşısında sükût etmesi toplumun gerçek kıyametidir. Zalime hakkı hatırlatmak, onu zulmünden vazgeçirmek için harekete geçmek herkesten önce onların görevidir. Hak ve hakikat ehlinin görevini yapmaması dolayısıyla ortaya çıkan boşluğun şer ve şeytani güçlerce doldurulması neticesinde ümmete ne tür ağır faturaların ödettirildiğini görüyoruz. Doktorun hastayı tedavi etme görevini derdi et olan kasaba havale etmesi ne feci bir cinayet, ne büyük bir felakettir!