Ne Ekersen Onu Biçersin
Bugün toplum olarak, bütün bir dünya olarak karşı karşıya kaldığımız sorun ve problemler elbette ki çoğalmış. Eski dönemlerde insanın ihtiyaç duyduğu şeyler az olunca problemler bu kadar çok fazla değildi. Günümüzde özellikle ekonomik sorunlar en çok etkileyen sorunların başında görünseler de asıl önemli sorunun aile huzuru ile çocuk eğitimi konusunda olduğunu kimse inkar edemez.
Hayatın farklı taraflarında gerçekleşen yenilikler ve özellikle maddi sahadaki bolluk ve rehavet yeni neslin üzerinde çok tehlikeli değişiklikler meydana getiriyor. Ne yazık ki bu değişiklik dediğimiz şeylerin kahir ekseriyeti de olumsuz ve insan hayatını özellikle toplumsal yapıyı ve hassaten aile yapısını çok feci bir şekilde sarsmakta, insani ilişkilerde geriye dönüşü mümkün kılmayacak ölçüde tahribatlara sebep olmaktadır.
Evet, bugünün insanını mutsuzluğa ve her türlü olumsuzluğa sevk eden ana problem yanlış eğitimdir. Eğitim elbette ki her zaman önem arz eden bir özelliğe sahipti, ama bugün bu önem çok daha artmış bulunmaktadır. Çünkü yeni nesli pençesine alıp ruhunu sıkan nedenler oldukça çoğalmış. Kurtların çobansız bir sürüye dalmasını andıran vahim bir hal yaşıyoruz. Bundan da daha vahim olanı ise çoban konumundakilerin kurtlarla beraber olmaları. İşte sorunu çok zor kılan nokta da burası zaten.
İslami usulde şöyle bir kural var: “Defi mefasid, celbi menafiden evladır” Bu kurala göre, insan ve toplum için yapılması gereken öncelikli iş ve icraat, faydalı şeyler ortaya koymak değil, zararlı olan şeyleri engellemektir. Yani toplumu bir bahçeye benzetirsek bahçedeki sebze – meyveleri, ağaçları koruyan bir yapının olması her şeyden önceliklidir. Aksi halde yapacağınız bütün işler heba olacaktır. Bahçeyi koruyan sağlam bir çit veya tel örgünün olması kaçınılmazdır. Tarımsal hastalıklarla baş edebilmek için ilaçlara da ihtiyaç olacaktır.
Bugün meseleye bu temsil üzerinden bakılınca neslimizi koruyan cenahta hiçbir sağlam şeyin olmadığını görüyoruz. Sağlam bir şeyi bulmak şöyle dursun böylesi bir yapıyı oluşturmanın mümkün olmadığını görüyoruz. Yani koruyucu faaliyet ve düşüncelerin hakim yapı tarafından yasaklandığı, aksilerinin meşru sayıldığı bir zihniyet ve yapı var ortada. Bu zihniyet değişmedikçe elle tutulur bir şeyin yapılamayacağı malumdur.
Evet, önce neslimizin bozulmasına neden olan ne varsa bunların etkin olmasını engelleyen bir değişimin hakim kılınması, egemen olması kaçınılmazdır. Toplumun bu konuda gereken hassasiyete çok az sahip olduğunu da belirtelim. Buna bir de işe nezaret edenlerin çıkarları uğruna toplumu tehlikeye atmaktan sakınmamaları da eklenince işler daha da karmaşıklaşıyor, iyiye doğru atılacak adımlara duyulan umutlar azalıyor. Maddi kaygı ve endişelerin ilk sıralarda olduğu toplumlarda manevi, ahlâki değerler pek az önemseniyor ve hatta kimi zaman doğru ile yanlış yer değiştiriyor.
“Ne ekersen onu biçersin” demiş eskiler. Kur’an da bu mealde uyarılar yapar. “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.” (Şura,30)
Hz. Pir Celaleddin-i Rumi ayetin işaret ettiği hakikati şöyle dile getirir:
“Dünya bir dağa benzer. İyi olsun, kötü olsun, ne söylersen onu duyarsın dağdan. Bir güzel söz söyledim, dağ çirkin cevap verdi sanırsan yanılırsın, buna imkan yok. Bülbül dağa karşı şakısın, çilesin de dağdan karga sesi gelsin yahut insan seslensin de dağ eşek anırışıyla yankılansın; mümkün değil. Şayet karşıki dağdan eşek anırışı duyuyorsan iyice bil ki sen anırmışsın.
Dilerim bu gök kubbe, daima hoş sesli kılsın seni”.