Bir Asırdan Beri Kanayan Yaramız
Gazze ve Filistin sorununu anlamak için en az bir asır öncesine gidip oradan bugüne bakmak gerekir. İslam coğrafyası 19. asrın sonları itibariyle kısmen, Birinci Dünya Savaşının son bulmasından sonra da kahir ekseriyetiyle batılı emperyalist ülkelerin işgaline uğradı. Başta İngiltere olmak üzere Avrupalı devletler İslam ümmetinin sahip olduğu toprakları fiilen işgal etti ve Osmanlı devletini ortadan kaldırıp bakiyesi topraklar üzerinde irili ufaklı uyduruk yapılar oluşturdular.
Osmanlı devletinin tarihe karışmasıyla bölünen coğrafyamızın her parçasında günümüze kadar süren ve halen devam eden nice acı ve dramlar yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Parçalanmış bir cesetten koparılan organların umutsuz çırpınışlarına benzer durumlar yürekleri dağladı. Bu çırpınış ve çığlıklar bir asırdan beri hiç dinmedi, hâlâ devam ediyor.
Batı’nın bölgeye müdahalesi bu topraklar ve üzerinde yaşayan İslam ümmeti üzerinde “şeytan çarpması” etkisi bıraktı. Hegemonyacı batılı sömürgeciler, bölgeyi karış karış dolaşıp karıştırmaya, kendi çıkarları istikametinde şekillendirmeye koyuldular. Uzun vadede kendi çıkarlarını korumaya yönelik olarak bölgeyi parçalama, ırk ve mezhep eksenli ayrıştırma, sorunlarla yüklü hale getirme, Müslümanları güçsüz ve her açıdan kendine muhtaç bırakma politikalarını yürürlüğe koydular.
Batı’nın geçen yüz yıl zarfında uyguladığı şeytani politikalarının uğursuz sonuçları iki önemli başlıkta özetlenebilir:
Birincisi; kendi çıkarlarının koruyucusu kukla rejimleri halkın başına musallat etmek.
İkincisi; bölgede ilelebet bir sorun teşkil edecek olan Yahudi devletini kurmak ve onu desteklemek.
Bu her iki sonuç, ümmetin kafasına ve kalbine sıkılmış birer kurşun etkisi meydana getirdi. Yediği bu ölümcül darbelerle komalık duruma gelen ümmet, geçen bir asra rağmen hâlâ ayakları üzerine durabilecek duruma gelebilmiş değil.
Geçen asrın otuzlu ve kırklı yıllarında Filistin topraklarına Avrupa’nın değişik yerlerinden Yahudiler, Filistin’e göçe teşvik edildi ve Filistin topraklarının bu göçmenlerce gasp edilmesine göz yumuldu. Toprakların asıl sahibi Müslüman Araplar, İngilizlerin desteği ile Yahudi tedhiş örgütlerince yavaş yavaş yerlerinden edildi ve dışarıdan gelen göçmenler buralara yerleştirildi. Hasta adam ölmüş, mirası cömertçe dağıtılıyordu. Olup bitenler işgalci İngiliz idaresinin gözetim ve denetiminde gerçekleşiyordu. 1940’larda Filistin toprakları üzerinde yaşayan iki milyon Müslüman Arap’a bedel sadece dört yüz bin Yahudi yaşıyordu ve bunların da %80’i dışarıdan getirilen göçmenlerdi. Toprakların %95’i de Müslüman Arapların elindeydi.
İngilizler, Yahudi yerleşimcilere gösterdikleri müsamaha ile yetinmediler; siyonist Yahudi cemaatlerin kurdukları tedhiş örgütlerine sağladıkları silah ve mühimmat desteği yoluyla Müslüman Filistinlilerin katledilmelerini ve yurtlarından sürülmelerini de sağladılar. Batı’nın desteğiyle kurulan Yahudi devleti, Filistin’in demografik yapısını hızla değiştirdi. Avrupa ve Sovyetler birliğinden sayıları milyonları aşan Yahudi göçmenler getirildi ve kovulan Filistinli yerli halkın yurtlarına ve evlerine yerleştirildi. Evlerinden, yurtlarından uzaklaştırılan beş milyona yakın muhacir Filistinli ile içerde yarı açık cezaevi mesabesinde yaşamaya mahkûm edilmiş Gazze ve Batı Şeria halkı... Bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden sürgün, toplu katliam ve sefalet Filistin halkının kaderi oldu ve bu felaketin meşrulaştırıldığı 14 Mayıs
1948 günü siyonist zorbalık ve zulmünün Birleşmiş Milletlerce tescil edildiği tarih oldu. Bir halkın tarihindeki en acı gününe “NEKBE” dendi. Nekbe, Filistin halkının yok sayıldığı uğursuz bir gündür. Bu tarih, işgal edilmiş bir topraklar üzerinde yapılanan gayrı meşru bir güce tanınma hakkının verildiği utanç verici bir gündür. Bu tarih, haçlı ruhunun Selahaddin’den intikam aldığı hüzünlü bir gündür. Nekbe sadece Filistinli Müslümanlar için değil, bütün bir ümmet için tam bir felaket ve kara gündür.
Şimdi ikinci bir Nekbe yaşatmak istiyorlar bu mazlum halka. Dünyanın seyirci kaldığı çevresindeki Arap iktidarlarının da koltuk hesabı yaparak en rezil bir utanç tablosu sergiledikleri günü yaşıyoruz maalesef. Nekbe’den daha acı ve yıkıcı bir süreç yaşıyor Gazze halkı.
Ancak, hamdolsun ki hem İslami Direniş hem de masum halk sabırla direnmeye devam ediyor ve bundan başka bir şeyin çare olmadığına inanıyor.
Acımasız, vahşi katliamcı işgalcilere şunu diyoruz: “Tankınızla, topunuzla girebilirsiniz Gazze'ye. Ancak asla dönemeyeceksiniz geriye. Geberip gideceksiniz öteye”
Bölgede yer alan halkı Müslüman ülke yönetimlerine de şunu diyoruz: “Tarih şöyle yazacak: "Gazze katliam yaşarken, çevresinde orduları bulunan nice Arap ve Müslüman ülke devletleri kılını kıpırdatmadı. Ölüp gittikten sonra tarih sizleri ilelebed lanetle anacaktır.”
Batılı devletlere de şunu diyoruz: İnsanlık artık sizi tanıdı. Tarihteki barbarlığınızı saklamak için uydurduğunuz yalanlarınızın farkına vardı dünya. Asli kimliğiniz ortaya çıktı. Aldatma oyununuz son buldu. Kısacası, “Takke düştü kel göründü”.