Bilgi mi, ahlâk mı?
Bilgin kimselerin ve özellikle din bilginlerinin insanlar ve toplumlar üzerinde etkisi muhakkak ki fazla olmuştur. Tarih, peygamberlerin, özellikle ezilen hor görülen halk tabakaları üzerindeki etkisinin ne kadar kapsamlı ve kalıcı olduğuna şahitlik eder. Evet siyasi ve askeri şahsiyetlerin arkasında insanlar durmuştur; ama genel olarak bu duruş gönülden değil, zoraki veya çıkara dayalı bir duruştur.
Ne yazık ki gerçek din bilginleri yanında işin ehli olmayan ama öyle görünen insanların da kitlenin belli bir kısmını etkilediklerini görüyoruz. Dinler tarihinde bu her iki kesim arasında çetin mücadeleler daima devam etmiştir. Kendisi ve çevresinin çıkarlarını öne alıp dini değerleri kullanan bu tip samimiyetsiz ve sahtekar insanlar, mevcut zulüm otoritelerinin desteğiyle ayakta kalmayı başarırlar.
Bu gayrı samimi, din istismarcısı kişilerle mücadele öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Bu tiplerle mücadele dinsiz veya din düşmanlarıyla yapılan mücadeleden çok daha zordur. Efendimiz(sav) de Medine’de bu tayfa ve bunlara aldananlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Suret-i haktan görünen bu insanlarla mücadele sabır ve dikkat isteyen çok zor bir mücadeledir. Çünkü adamlar her türlü oyunu oynayabilecek bir tiynette olduklarından onlara tepki verirken onlar gibi davranma ve zamanla onlara benzeme tehlikesi vardır. Kısacası ahlâksız bir karakter ile mücadele çok zor ve dikkat isteyen bir konudur.
Tarihimizde ahlâkın esas olduğunu gösteren sayısız örnekler vardır. Ahlâkı, hoşgörüyü esas alan, benlik ve bencilliği dışlayan şu kıssa ne kadar manidar, düşündürücü ve ibret vericidir.
“Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektâş-i Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. (O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.)
Durumu Hacı Bektâş-i Veli’ye anlatır ve Hacı Bektâş-i Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlâna'ya anlatır, Mevlâna ise bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı Bektâş-i Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlâna'ya bunun sebebini sorar.
Mevlâna şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektâş-i Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam kalkar Hacı Bektâş-i Veli Dergahı’na gider ve Hacı Bektâş-i Veli'ye, Mevlâna’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektâş-i Veli'ye sorar.
Hacı Bektâş-i Veli de şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir”.
Bilgi, insanın pratik bazı işlerini kolaylaştırabilir, ama huzur sağlayamaz. İnsanın hemcinsleriyle olan ilişkisini sadece ahlâk çözebilir. Ahlâktan yoksun bir bilgi, felsefe ve hatta din insanlığın başına en büyük bir beladır vesselam.