Nerede Eski Ramazanlar!
Geçmişe özlem, elden çabuk kaçan ve geri getirilemeyen, değeri bilinmeden uçup giden ömre duyulan hasretin ifadesi midir? Doğru. Ama hayatın ilk yılları genel anlamda fıtratın bozulmadığı saf ve temiz anlar olması dolayısıyla hep özlemle aranır ve yad edilir. Düşünün insan küçükken ne kadar da sevimlidir, saf ve tabiidir. Aynen dalındaki meyve ve çiçekler gibidir. Allah'ın tertemiz yarattığı bu insan, toplum ve çevrenin etkisiyle değişir. Sonra, dalından koparılan çiçeğin solması, meyvenin bozulmaya yüz tutması gibi bir hal alır.
İslam, hiç bozulmadan çocuk fıtratında kalmanın adıdır. Dalında durup solmamanın, çevresine renk ve koku salmanın gayretidir. İşte mübarek Ramazan, insanın bu orijinal aslına ve safiyetine geri dönme, onunla yeniden bağ kurmanın mevsimidir. Solmaya yüz tutan öze, can vermenin gayretidir.
Bu hakikat penceresinden mazi sayfasına bakınca en çok hasret duyulanların başında hiç şüphesiz geçmiş Ramazanlar gelir. Hemen herkesin bu konu ile alakalı unutamadığı, her ramazan geldiğinde hatırladığı anıları vardır.
Çocukken siz hiç sahura kaldırılmadığınız için ağladınız mı? Davul sesiyle sahura kalkıp, top sesi ile iftar açtınız mı? Şu bizim kuşağın orucu tutmaya başladığı yetmişli yıllardan söz ediyorum. Ne güzeldi o kavurucu yaz sıcağında tutulan oruçlar !
Yakıcı sıcağın altında sırtına keçi kılından yapılma abasını geçirerek öğlen, ikindi vakitlerine kadar orak biçen köylüleri görenler eski ramazanları nasıl özlemez, yâd etmezler? Ya o yüzlerinden yağmur taneleri gibi ter dökülen Unkapanı hamallarını hatırlayanlarınız var mı? Çoğu bizim Malatyalı, Adıyamanlı olan bu insanlar akşama kadar sırtında yük taşırlar, ama ruhsatlar arayarak oruç tutmamayı hiç düşünmezlerdi.
Hele o oruç tutmayanların oruçluymuş gibi ramazana ve oruç tutanlara saygısı ise bir başkaydı. Meşhur rivayettir: Urfalı anne, oruç tutmayan oğluna 'Oğlum İbrahim, sen oruç tutmuyorsun; ancak bu bizimle sahura kalkman de neyin nesi?' deyince oğlu:
'Kurban olduğum anam, gavur olduk da sahura kalkmayacak kadar da mı gavur olduk !' demiş.
Evet, Urfalının dile getirdiği bu safiyane saygı ve anlayışı da kaybettik maalesef. Şimdi çarşı pazarı dolaşınca insan o eski günleri hatırlıyor ister istemez. O günlerde lokanta işleten esnafın, 'Ramazan dolayısıyla kapalıyız' 'İftardan sahura kadar açığız' şeklinde camlara yapıştırdıkları ilanlara bugün kaç yerde rastlayabiliyoruz? Hatta şehrin tek meyhanesinin kapısında 'Ramazan dolayısıyla bir ay kapalıyız' ilanına şahit olmuştum. Yani Ramazana eski zamanın ayyaşı bile saygı duyardı. Adıyaman'da (1985) açık tek lokanta vardı; onun da ön camları gazete ile kapalıydı.
Bizler o eski ramazanları ararken, kim bilir ramazan da o eski saf ve temiz Müslümanları arıyor belki.
Rabbim şu mübarek ayda safiyet ve fıtratına dönmeyi başarabilenlerden eylesin. Bizleri bu kutsi vakitlerin hayır ve bereketinden mahrum kılmasın. Amin.