Allah’ı İdrak ve Düşünme Üzerine
Dinler tarihi bizlere üstün bir yaratıcı inancının en eski toplumlarda dahi var olduğunu bildiriyor. İlahi bir vahye muhatap olmasalar da, şöyle veya böyle bir yüce yaratıcı fikrinin olduğunu görüyoruz. İnsanlık tarihinde ilhat, yani ateizm yok denilecek kadar çok nadir rastlanan bir inançtır. Çünkü insana verilmiş olan akıl ve düşünce, zorunlu olarak bu evrenin bir yaratıcısının ve bu evrende olup bitenlerin bir planlayıcısının ve yöneticisinin olduğunu idrak eder. Bu nedenle ilahi vahiy ve peygamberlerin ana hedefi bir yaratıcının varlığını anlatmak değil, bedihi olarak var olan bu yüce yaratıcıya karşı biz insanların görev ve sorumluluklarını anlatmak olmuştur.
İnsanlar genel olarak yaratıcının varlığı konusunda değil, ancak bu yüce gücün mahiyeti konusunda değişik fikirlere sahip olarak birbirlerinden ayrılmışlar ve şu an gördüğümüz yüzlerce, belki binlerce inanç ve mezhep hep bu ayrılıklar sonucu ortaya çıkmıştır. Eski toplumlarda yüce yaratıcıyı bir insan şeklinde düşünmek, düşülmüş hataların başında gelir. İnsan düşüncesinin henüz tam olarak olgunlaşmamış olduğu bu dönemlerde bu tür inançların daha fazla oluşu anlaşılır bir şeydir belki. İşte ilahi vahiy bu nedenle yaratıcı kudreti ona layık sıfat ve özellikleriyle tanıtmaya ağırlık vermiştir.
İlâhi vahye muhatap olup da sonradan o çizgiden sapmış olan Yahudi ve Hristiyanlar da Yüce Allah’ı bir insana benzetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlar ve az da olsa bu hataya bulaşmışlardır. İslam tarihinde de buna benzer hatalara düşenler olmuştur. Kelam ilminde bunlar “müşebbihe” (antropomorfizm) olarak bilinirler.
Kur’an, Hıristiyanların Allah hakkında düştükleri teslis (trinite-üçleme) yanlışına özellikle değinir ve bunun bir yalan ve iftira olduğunu ifade eder. Kur’an’a göre Allah hiçbir şeye benzemez. Doğmamış ve ondan da kimse doğmamıştır. Ayıp ve noksanlardan beridir. Belli bir ırk ve milletin değil, bütün insanların rabbi ve yaratıcısıdır. Her şeye egemendir ve gücü sonsuzdur. Kullarına çok merhametli ve şefkatlidir.
İslami inanca göre Allah’ın zatı kavranamaz ve bu konuda düşünmek de bir sonuca ulaştıramayacağı için hoş görülmemiştir. Zira sınırlı olanın sonsuzu kavraması zordur. Allah’ın zatı değil, ama onun yarattığı alem üzerinde tefekkür edip O’nun azamet ve yüceliğini anlamaya çalışmak doğru olandır.
Kral Hiero Simonides'e, "Tanrı nedir?" diye sorar.
O, bir gün düşünme payı ister.
Bir gün sonraki buluşmada iki, diğerinde üç gün mühlet ister.
Hiero bunun nedenini sorunca verilen cevap:
"Bu mesele üzerinde düşündükçe bilmediklerim artıyor" olur. Evet şairin de dediği gibi
"İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez"
Allah’ın kullarına merhameti ile onun azap etmesi konusunda da insanların kanaatleri değişiktir. Kur’an, Allah’ın ne insanlara ne de başka bir şeye zulmetmediğini, diğer bütün noksan sıfatlar gibi zulmetmekten de beri olduğunu ifade eder. Peki o halde Kur’an’da sıkça rastlanan azap ayetleri ve cehennem portrelerine ne demeli? Doğru, Kur’an bu konuya önemli bir yer ayırmıştır. Zira tehlikeli bir işten sakındırmak insan fıtratına uygun bir eğitim metodudur. Amaç insanı uyarmaktır. Uyarmanın temelinde ise şefkat ve merhamet yatar. Yani çoban sürüye kahırla da bağırsa onun faydasınadır. Allah hiçbir kulunun yanlış tercihte ısrar edip te cehennemde azap çekmesine sevinmez. Hatasından tövbe edeni affeder. Ancak insana verilen çok büyük bir cevher var ki, onu kullanmayan ya da yanlış kullanan insan kendisine zulmeder ve o zulmünün cezasını çeker. İşte cehennem azabı bunun içindir. Yoksa bir insanın işlediği günahlar Allah’a ve mülküne zarar vermiş de, Allah da onun intikamını almış gibi bir durum yok. Yani Kur’an’daki azap ayetlerini, Allah ile azabı hak etmiş kişiler arasında bir savaş ve husumet ifadeleri şeklinde anlamak doğru değildir. Allah adil sıfatı gereği kendisine verilen onca kıymetli nimetlerin, paha biçilmez manevi cevherinin değerini anlamayıp onları keyfince kullananları cezalandırır ve bu asla zulüm değildir. Çünkü dünyada onca zulmedip işlediği fesat ile yeryüzünü kana boyamış kişileri cezasız bırakmak asıl zulüm ve acımasızlıktır.
Allah’ın kullarına olan şefkat ve merhameti çoktur. Onlara kendi nefislerinden daha yakın ve daha şefkatlidir. O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır.
Bir müminin Allah’ın sonsuz rahmeti ve azabı karşısındaki tavır ve beklentisinin nasıl olması gerektiği konusunu da bir sonraki yazımıza bırakalım inşallah.