• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

 Kûfe'den bir Arap, erkek devesi ile Şam'a gelir. Şam'da meşru halife İmam Ali’ye başkaldıran Muaviye vardır. Şam sokaklarında dolaşırken Şamlının birisi Kûfelinin yanına yanaşarak; "Bu dişi deve benim" der. Kûfeli devenin sahibi ise; "Bu deve benimdir, üstelik dişi değil, erkektir." demesine rağmen Şamlı halen; "Bu dişi deve benim" demekte ısrarcıdır. Kûfeli adam itiraz etse de dinletemez. Tartışma büyür.

   Sorun Muaviye'ye intikal eder. Ahali de olaydan haberdar olur ve bir meydanda toplanır. Devenin erkek olduğunu elbette herkes görüyordur. Muaviye de meydana gelir ve ahaliye sorar; "Ey ahali, bu dişi deve Şamlınındır değil mi?" Ahali hep birlikte bağırır; "Evet dişi deve Şamlınındır." Kûfelinin devesi Şamlıya verilir. Kûfeli şaşkın bir vaziyette devesinin ardından bakakalırken, Muaviye onu yanına çağırır; "Ey Kûfeli, şimdi beni dinle. Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil erkektir. Ama sen Kûfe'ye dönünce gördüklerini Ali'ye anlat ve de ki: Ey Ali, Muaviye'nin, dişi deve ile erkek deveyi ayırt edemeyen, o ne derse evet diyen 50 bin adamı var. Ayağını ona göre denk alsın." 

  Hak ve adalet ile güç ve cehalet arasında tarihi mücadele genel olarak yukarıdaki hikayenin ihtiva ettiği şekilde cereyan etmiştir. Güç ve politikanın kitleler üzerinde çok büyük etkiler bıraktığı malumdur. Özellikle kitlenin cahil olanı, gücü ve o gücü elinde bulunduranı kutsar. Eski toplumların bazılarında idarecilerin direk tanrı veya tanrının oğlu, ya da gölgesi olarak kabul edildiği bilinen bir hakikattir.

  Güç ve siyaseti elinde bulunduran kişi, elinde bulundurduğu bu gücü kendisi ve yönettiği toplum için hayrın da şerrin de kaynağı durumuna getirebilir. Güç, adil ve merhametli yöneticinin elinde halkın huzur ve güvenini sağlarken, zalim idarecinin elinde başkalarını ezme vasıtasına dönüşür. Zulmün dişlileri arasında hemen ölmekten korkanlar o güce teslim olma, bir süre sonra onu kabullenme ve hatta kutsama durumuna düşerler. Yani insanları etkileme konusunda gücün sihirli bir etkisinin olduğu kesindir. Ama sihir etkisi yapan bu etkileyici güç “Asay-ı Musa” ile ancak etkisini kaybeder.

   Peygamberlerin en önemli gönderiliş sebeplerinin başında zalimin elindeki gücü alıp kontrol altına almak ve onu akıl, vicdan ve merhametin emrine, hizmetine vermektir. Buna karşı direnen otoriteyi değiştirmek, değişimi kabul etmeyen otoriteyi ortadan kaldırmak ve gerçek adaleti sağlamak da nebevi mücadelenin nihai sonucudur.

  Bir insan, bir aile veya ırk, keyfince insanlara hükmetme yetkisi ve hakkını kendinde görüyorsa, bu bir tür uluhiyet iddiasıdır ve Kur’an diliyle şirk ve tuğyandır. İslam’ın temel hedefi, fesat ve tuğyan kalmayana kadar mücadeledir. Ancak mücadele fitne ve fesat üreten sistemledir, öyle olmalıdır. Yani hedef sivrisinek öldürmek değil, bataklığı kurutmaktır. Bataklık dururken sivrisinekle mücadele etmek hem çok yorucu, hem de sağlıklı bir sonuca ulaştırmaktan uzaktır. 

   Zulmeden iktidar sahiplerini devirmek, yok etmek ile onların sahip olduğu zalimane zihniyeti hedef alıp ortadan kaldırmak aynı şeyler değildir. Çoğu kez bir zulüm otoritesi kendisi gibi diğer biri tarafından devrilmiş veya yok edilmiştir. Ancak değişen tek şey, gelenin gideni aratması kabilinden bir şey olmuştur sadece. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

 Aslında Musa, firavunun şahsına değil, onun zulmüne karşı mücadele ediyordu. Yani Musa(as) firavunun elindeki iktidara talip olmadığı gibi ona tamah da etmiyordu. Musa (as), firavuna “hadi iktidarı bana terk et” demiyor, kendini düzelt diyordu.

   Bugün İslam’a davet hizmeti yapan Müslümanların bu hakikati daha bir iyi anlamaları gerekir.

Diğer Köşe Yazarları