• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

   Yeni doğan çocuğun kulağına neden ezan okuduğumuzu biliyor muyuz? Bu işin sebebi gerçekten şaşırtıcı..

   Peygamber efendimiz çocuğun doğumundan sonra onun sağ kulağına ezan, sol kulağına da kamet okumamızı emretmiştir. Tamam da, peki bu ezan ve kametin namazı nerede?

   Evet bu işin namazı o kişinin ölümü esnasında kılınan cenaze namazıdır işte. Cenaze namazının neden ezansız ve kametsiz olduğunu anladık mı?

   Doğarken ezan ve kamet… Ölürken o ezan ve kametin namazı…

 Bunun verdiği mesaj ise şudur: “Dünya hayatı kamet ile namaz arasındaki vakit kadar çok kısadır”.

   Evet hayat çok kısa, yapılması gereken işler ise çok önemli. Hayatın kısa olduğunu insan çok geç fark ediyor maalesef. Bu gerçeği ancak yaşlanınca anlayabiliyor insan. Hayatın sonuna doğru bu hakikatin anlaşılmasının ise pek bir faydası olmuyor tabii ki. “Gençlik bilse, ihtiyarlık yapabilse” sözünün ifade ettiği gerçek, çoğunlukla hükmünü icra ediyor. Meşhur bir Kürt atasözü de mealen şöyle ifade eder bu hakikati: “Ömrümü bitireceğim anda ancak kendimi tanıyabildim. (Min emre xwe xelaskir, hê min xwe nas kir.)

   Gençlik yıllarının sarhoşluğu ölümü hiç hatırlamak istemiyor, onun çok geç olacağını düşünüyor. Oysa ölüm gençlik ihtiyarlık diye bir ayrım da yapmazken insan nefsi, babasının, dedesinin daha hayatta olduğunu kendinin ise onlar öldükten sonra öleceğini zannediyor. Oysa ecel yaşa göre değil belirlenen ilahi yasaya göredir. Dünyaya geliş vaktimiz gibi gidiş vaktimiz de önceden belirlenmiştir ve kimse bunun zamanını bilme şansına da sahip değildir.

  Hayatın kısa görünmesinin çok önemli bir sebebi de yaşanan anların içi boş, anlamsız, gayesiz işlerle geçirilmesidir. Hayırlı işlerle doldurulamayan hayat ne kadar uzasa da kısadır.

   Her günü son gün bilerek uhrevi amellere yoğunlaşan, hayatı dolu dolu geçiren insan için durum farklıdır. Yani ömür hayırlı işlerle bereketlenir ve uzar. Yani ömür israf edilmeden yerinde, faydalı faaliyetlerle uzar. Sayı olarak az, ama içi dolu bir hayat, sayıca çok fazla ama içi boş bir hayattan daha uzundur. Her konuda olduğu gibi önemli olan eskilerin deyimiyle kemiyet(nicelik) değil, keyfiyet(nitelik)tir.

  Fâni dünyada bâkî, kalıcı işler yapan kişinin hayata veda etmesi de farklıdır. İşini, ödevini yapmış olmanın sağladığı bir ferah ve güven ruhuna hakimdir. Vazifesini yapıp terhis tezkeresini almayı bekleyen bir askerin sevincine sahiptir iman ehli. Allah dostları için ölüm, hayatın ağırlaşan meşakkatinden kurtulup hakiki alemde Allah’a yakın olmanın sağladığı sonsuz rahat ve huzura kavuşmanın kapısıdır. Hakikat ehli ölümü hep böyle görmüşlerdir. Savaşta ölümcül bir darbe alan sahabi “Kâbe’nin rabbine and olsun ki kurtuldum” demiştir. Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi ölümü “Şeb-i Arus” Hz. Üstad Bediüzzaman da “ Ölüm bizim Newroz günümüzdür” diyerek ölüm gerçeğini sevinçle karşılamışlardır.

Hz. Üstad(ra) fenaya mahkum bir hayat ile imtihan edilen bizlere şöyle nasihat eder:

“Dünya madem fânidir.

Hem madem ömür kısadır.

Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.

...

Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır.

Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın,  malayani şeylerle ömrünü telef etmesin...(16.Mektup)

Yazımızı Yunus’un o meşhur dizesiyle noktalayalım:

Geldi geçti ömrüm benim,

Şol yel esip geçmiş gibi.

Hele bana şöyle geldi;

Şol göz yumup açmış gibi.

Diğer Köşe Yazarları