Verdiğin Zaman Aldığın Zamankinden Daha Mutlu Olursun
İnsanı en çok mutlu eden şeylerin başında başkalarını sevindirmek gelir. Başka birini sevindirmek insanın kendi sevincinden daha fazla mutluluk verir. Tabiat; yaratıcının kaleminden çıkan o güzel şekil ve desenlerdir ki, her tarafı insanı sevindiren, coşturan sayısız bağış ve nimetlerle doludur. Yüce yaratıcının kerem ve cömertliği sınır ve sayıları aşan bir niteliğe sahiptir.
Hayatı bencilce tek başına değil, topluca, beraberce yaşamak gerekir ki, her iki cihanda da huzur ve saadete ulaşılabilsin. Kur’an-ı Kerim bir çok ayetiyle infak, zekat, sadaka gibi değişik isimlerle müminlere hayır yolunda harcamayı, paylaşmayı emreder.
Hz. Peygamber(sav) de cömertliğin, elindekini başkasıyla paylaşmanın zirvesinde bir ahlâka sahipti. “Sizden biri kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe mümin olamaz” buyruğunun sahibi her fırsatta açları doyurmayı, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermeyi teşvik eder ve bizzat kendisi bu konuda örnek olurdu. Onun bu güzel ahlâkını alan kutlu sahabeleri de dillere destan cömertlik örnekleri serdetmişlerdir.
Aç insana yedirmek, fakirin ihtiyacını görmek, derdine derman olmak kadar Allah’ın rızasına ulaştıran bir iş yoktur.
Kutsi bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Ey Âdemoğlu! Hastalandım da beni ziyaret etmedin.’
-‘Ya Rabbi! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben Seni nasıl ziyaret edebilirdim ki?’
‘Bilmiyor muydun, falan kulum hasta oldu, sen ise onu ziyaret etmedin. Onu ziyaret etmiş olsaydın, Beni onun yanında bulacağını bilmiyor muydun?’
‘Ey Âdemoğlu! Senden yiyecek istedim, Beni doyurmadın.’
-‘Ya Rabbi! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben Seni nasıl doyurabilirdim ki?’
‘Bilmiyor muydun, falan kulum senden yiyecek istedi de onu doyurmadın. Onu doyurmuş olsaydın, bunu Benim nezdimde bulacağını bilmiyor muydun?’
‘Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, bana su vermedin!’
-‘Ya Rabbi! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben Sana nasıl su verebilirdim ki?’
‘Falan kulum senden su istedi. Ancak sen ona su vermedin. Ona su verseydin, bunu Benim nezdimde bulacaktın.” (Müslim, Birr, 43.)
Yazımızı konu hakkındaki hoş bir kıssa ile bitirelim:
“Alimlerden biri, talebesi ile gezerken, bir tarlanın yanındaki ağaçlardan birinin altında eski bir çift ayakkabı gördüler. Belli ki civarda çalışan birisinin ayakkabısıydı.
"Hocam bu ayakkabıyı saklasak da sahibi geldiğinde ayakkabısını bulamayınca, o anki halini seyretsek, ne dersin?" dedi.
Hoca: "Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine kurmak doğru değildir. Gel şöyle yapalım; sen zengin bir ailenin çocuğusun, bu ayakkabının içine bir miktar para bırak, sahibi gelip bunu gördüğü zamanki sevincini seyredelim" dedi.
Talebe bu teklifi daha güzel buldu ve adamın ayakkabısının içine bir miktar para koydu. Hocası ile görünmeyecek şekilde bir ağacın arkasına saklandılar.
Bir müddet sonra, ayakkabının sahibi geldi. Elbiselerini değiştirdi, ayakkabısını giyerken içinde bir şey olduğunu fark etti. Baktığında bunun para olduğunu gördü. Bir müddet etrafına bakındı, hiç kimseyi göremeyince, dizleri üzerine oturdu ve ellerini açıp:
"Ya Rabbi, eşimin hasta, çocuklarımın aç olduğu Sence malumdur, verdiğin bu nimet için Sana sonsuz şükürler olsun" deyip gözyaşlarına boğuldu ve uzun bir süre ağladı. Bunu gören Hoca ile talebesi de gözyaşlarını tutamadılar...
Sonra Hoca talebesine döndü:
"Bu ilk tekliften daha güzel olmadı mı, şu an daha mutlu değil misin?" dedi.
"Evet Hocam, daha sevinçliyim. Şimdi, daha evvel anlamadığım şu cümlenin manasını anladım : “Verdiğin zaman, aldığın zamankinden daha mutlu olursun”.
Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine değil, sevinci üzerine kurmak dileğiyle.