• DOLAR 34.649
  • EURO 36.538
  • ALTIN 2937.573
  • ...

Bazı zaman ve mekanlara verilen kudsiyet haktır. İslami bakış açısına göre genel olarak belli bir zaman ve mekanın kudsiyeti o zaman veya mekanda meydana gelen hayırlı bir olay ve değişim sebebiyledir.

   Günlerden Cuma, gecelerden Miraç ve Leyle-i Kadir farklıdırlar. Aynı şekilde Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs-ü Şerif de şerefli ve mübarek mekanlardır. Müslümanlarca mukaddes sayılan bu her üç belde tarihte birçok peygamberin davet ve mücadelelerine sahne olmuş, birçok enbiya ve evliya da buralarda medfun bulunmaktadır. Bilinen bu zaman ve mekanların mukaddeslik vasfına sebep bazı gaybi, bilemediğimiz şeyler de olabilir.

   Ramazan ayının ve Leyle-i Kadr’in faziletli zamanlar oldukları Kur’an nassıyla sabittir. Recep, Şaban ve Muharrem aylarının fazileti hakkında da Hz. Rasulullah (sav)den nakledilen bazı rivayetler vardır.

   Müslümanlar tarih boyunca dini değerlerini koruma ve yaşatma adına bazı güzel gelenekler ortaya koymuşlardır. Ramazan’a, öncesindeki Recep ve Şaban aylarının da eklenmesiyle beraber güzel bir manevi zaman dilimi ortaya çıkmıştır. Üç aylar denilen bu manevi atmosferde dini hassasiyet her zamankinden daha çok artmakta, hayatın sorgulanması, ibadet ve taatle yenilenme ve zenginleşme fırsatı oluşmaktadır.

   Şunu hemen ifade edelim ki, insanoğlunun sahip olduğu en büyük serveti hayatıdır. Bu aylarda hayatımızı nasıl ve niçin tükettiğimizin muhasebesini yapmak en başta yapılması gereken iş olmalıdır. Sahip olduğumuz her nefes çok ama çok değerlidir. Bu paha biçilmez değerdeki hayat anlarımızı, günlerimizi, yıllarımızı hangi amaca ulaşmak için tükettiğimizi ve bunun bize kalıcı olabilecek neler kazandıracağı noktasına yoğunlaşmalıyız.

  Öldükten sonra bizi terk edecek, faydası olmayacak işler ile kabir kapısından sonra bize faydası olacak işler arasındaki dengeyi dikkatle kurmak lazım. Ebedi ve daha hayırlı olanı daha çok tercih edip ona yoğunlaşmak doğru olandır. Bütün ilahi kitaplar ve peygamberler insanları bu noktada uyarmayı ilk gündemleri olarak belirlemişlerdir.

  Yaşadığımız şu zamanda dünya hayatının cazibesi akıllarımızı çelmiş, kalplerimizi yaralamıştır. İnsanlar çok süfli maksatlar peşinde koşar duruma düşmüş, arzularının emrettiği şeylere ulaşma konusunda hiçbir sınır ve ölçü tanımaz hale gelmişlerdir. Nefsin sınır tanımaz istekleri bir hak olarak görülür olmuş, “kendisi için istediğini başkası için de isteme” nebevi, ahlaki ilkesi kaybolmuştur.

    İşte bu rahmet ve mağfiret aylarında azmış olan nefsimizi terbiye edip kontrol altına almak için çaba harcamalıyız. Seçtiğimiz bu hedefe ulaşmak için tabir caizse bir eylem planımızı oluşturup harekete geçmeliyiz. Çünkü nefse karşı kontrolü kaybedersek her şeyimizi kaybederiz.

  Alıştığımız, alışkanlık haline dönüştürdüğümüz nefsani arzuları terk etmek elimizde olan bir şeydir. “Bu imkansız, bu çağda da böyle olur mu?” şeklindeki şeytani telkinlere kapılmadan nefse ve arzularına “dur, yeter!” demek lazım.

   Ve bu aylarda günahlar ve zulümlerle kararan şu dünyamızdaki insanların halini de düşünmek, onların ızdıraplarını dindirebilmek adına neler yapabileceğimiz konusuna da kafa yormak gerekir. En yakın çevremizden başlayarak hayırlı işlerimizi artırmalı, faydalı bir insan olmak hedefine kilitlenmeliyiz. İhtiyar, hasta akraba ve komşularımızı ziyaret etmeli, onları sevindirmenin çarelerini bulmalıyız. Daha geniş dairede İslam dünyasının şu hali pürmelali karşısında hep beraber neler yapabileceğimizi konuşmak ve elimizi mazlum kardeşlerimize uzatmanın çarelerini de aramalıyız.

   Hasılı şu mübarek zaman dilimini, manevi arınmamızı sağlayacak olan bir mektep ve okula dönüştürmenin gayretini ortaya koymalı, işleyeceğimiz salih amellerle bizi yaradan yüce Allah’ın rızasına ve rahmetine nail olmaya çalışmalıyız.

  Yazımızı Peygamber efendimiz(sav)in duasıyla noktalayalım:

 “Allah’ım, Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a da ulaştır.