• DOLAR 34.584
  • EURO 36.278
  • ALTIN 2962.28
  • ...

Adına Ortadoğu denilen bölgemiz, tarihin hiçbir döneminde bugünküsü kadar   parçalanmış ve istikrarsızlaştırılarak etkisiz bırakılmış değildir. Özellikle Müslümanların hakimiyetine girdikten beri geçen bin üç yüz  yıllık uzun bir zaman diliminde bölge siyasi coğrafyası itibariyle de yekpare kalmıştı. Bölgede yaşayan Müslüman ve gayr-ı Müslim unsurlar arasında kayda değer bir çatışma ve savaş da yaşanmamıştır. Sadece dışarıdan gelen Moğul ve Haçlı saldırıları dışında  kanlı savaşlar görmemiş olan bu bölge özellikle  Osmanlı hakimiyeti döneminde  bir güven ve barış adası olmuştur. Ortaçağ Avrupa`sında yaşanan din ve mezhep çatışmalarından kaçan Yahudiler güvenli ve emniyetli gördükleri bu topraklara sığınmışlardır.

 

Osmanlı Devletinin gerileme dönemine girmesiyle beraber Avrupalılar bölgeye göz dikmeye başlamış, bölgenin sahip olduğu zengin kaynakları ve servetleri sömürmek için işgallere başlamışlardır. Birinci dünya savaşından sonra ise bütün bir bölge batılılarca işgale uğramıştır. İşgal ve talanın öncüleri İngiliz ve Fransızlar, bölgeyi kendi aralarında paylaşmışlar ve  bölgedeki hakimiyet ve egemenliklerini kalıcı kılma merkezli politikalarını yerleştirmek için yoğun çabalar harcamışlardır.

 

İkinci dünya savaşında sömürgecilerin işgalleri sonra erdi ama bölge gene  rahat edemedi. Parçalanmış, sınırları cetvelle çizilip güçsüz ve bağımlı duruma düşürülen ülkelerin yönetimi diktatör ve totaliter rejimlere bırakıldı. Bu  rejimlerden kimi, Müslüman halkın değerlerini batıcılık ve laiklik adına zorla değiştirip unutturma politikalarını sürdürürken, diğer bazısı da efendilerinin bahşettiği ulufe yardımlarla ayakta kalmayı tercih ederek kendi ülke ve halkı için hiçbir şey yapmama yolunu tuttular.

 

Hasılı batılıların müdahalesi ve planlamasıyla parçalanan Osmanlı bakiyesi toprakları üzerinde o günden bu güne kadar kan ve gözyaşı hiç eksik olmadı. Bölgenin zengin kaynakları batılıların hesapları ve çıkarları için kullanıldı. Halk fakir, yoksul ve cahil bırakıldı. İnsani ve İslami hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılan insanların hak talepleri demir yumrukla bastırıldı.

 

Bölgede batı kuklası diktatörlere karşı ilk başkaldırı 1979`da İran`da başladı. İran halkı tarihte eşi görülmemiş bir direnişle Şahlık yönetimini devirdi ve yerine İslam Cumhuriyetini kurdu. İslam dünyasındaki direniş hareketlerine önemli bir moral kaynağı olan İslam İnqilabı aleyhine devreye sokulan değişik senaryo ve saldırılar başarılı olamadı. Bölgedeki diğer diktatör yönetimler kendilerini benzer bir tehlikeden korumak için zalimane önlemlerini daha da arttırdılar. Nihayet dışarıdan ve içeriden her türlü ihanet ve hakarete, açlık ve sefalete maruz kalan halk, diktatörleri devirmek için harekete geçti.Tunus,Mısır,Libya,Yemen ve nihayet Suriye.

 

İşin Suriye bölümünde olayların bu kadar uzun süreceğini ve beşeri ve maddi hasarın bu seviyede korkunç rakamlara varacağını kimse tahmin edememişti. Suriye`deki rejimin de diğerleri gibi birkaç haftada devrileceği hesap edilmişti ama, öyle olmadı. Neden acaba?

 

Nedeni şu; dünyanın egemen güçleri savaş ve yıkım istiyorlar. Özellikle Suriye`de iç savaşın sürmesi istendi. Aksi halde Suriye`ye de Libya örneğinde olduğu gibi bir müdahale yapabilirlerdi. Gizli mahfillerde Suriye`nin yıkım kararı verildi.Muhalefet barışçı olarak başlamışken, onu çok geçmeden silahlandırdılar.Ancak muhalif savaşçıların Baas rejimini devirebilecek güçlü savunma ve saldırı silahlarına  sahip olmasını da istemediler. Kimyasal silah kullanmamak kaydıyla rejimin Suriye halkını katletmesine fetva verdiler.İsrail`in güvenliği için  büyük bir potansiyel tehlike teşkil eden   bu ülke her şeyi ile bitme noktasına ulaşsın istendi. Kararlı halk madem rejimi düşürecek, o halde rejim sonrası için gereken önlemler alınmalıydı. Muhalifler öyle bir yorgun  düşürülmeli ki, rejimin düşmesi sonrasında kendi isteklerine boyun eğsinler.  Baası kısa surede devirecek silahlar sınırda ve Türk limanlarında demirleyen gemilerde duruyor. Dursun; çünkü  ortam onların istediği kıvama henüz ermemiş. Küresel güçler Baas`ın yerini tutacak yeni yönetimi tamamen kendi kontrollerine almak için savaşı daha uzun süre devam ettirmek niyetindeler. Ve Baas`ın düşmesiyle beraber Amerikanın bölgeye dolaylı ya da direk müdahalesine şahit olacağız elbette. Muhalif güçleri kontrol altına almak ve ölecek rejimden geriye kalan mirasın önemli bir bölümüne el koymak için şimdiden hazırlıklar da başlamış durumda.

 

Bu arada Suriye olaylarını bölgesel bir mezhep çatışmasına çevirip Türkiye, Mısır ve İran gibi bölgenin lider konumundaki en güçlü ülkelerini karşı karşıya getirip bir çatışmanın içine sürüklemek de hesaplar arasında. Amerika ve Batının, İran`ın Suriye olaylarına rejim yanlısı olarak müdahale ve yardımlarına   ses çıkarmaması dikkat çekicidir. Türkiye`nin başından beri muhalifleri desteklemesine de, batı göz yummaktadır.

 

Ve son günlerde sanki bütün bir bölgeyi saracak olan ateşe benzin taşınıyor. Türkiye –Suriye sınırında aniden başlayan sıcak gelişmeler her yönüyle büyük bir felaketin ayak sesleri gibi. Türkiye tarafına düşen top mermilerini kim ne maksatla atıyor, demeden verilen karşılıklar hiç hayra alamet değil. Dokuz masumu bilerek, tasarlayarak ve kasten hunharca katleden İsrail`e karşı laftan başka bir şey yapamamış bu hükümet, Suriye`ye aslan kesiliyor. İşin başından beri dengesiz ve ölçüsüz, aceleci yaklaşımıyla olaylara müdahil olan bu hükümet, içine düşeceği bataklıktan çıkamayacağını iyi hesap etmiyor gibi. Savaş kararı almak ve savaşa girmek kolay ama, bunun sonuçlarının ne olacağını, bölgeyi nerelere götüreceğini tahmin etmek zordur. Afganistan ve Irak`a müdahale eden dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücün ne hale geldiğini görmüyorlar mı?  Bölgedeki bir savaşın sadece İsrail ve Amerikan çıkarlarına yarayacağını anlayacak bir kafa kalmadı mı?