Dinin ruhu ahlâktır
Beden için beslenme ve sağlık ne ise, ruh için de edep ve ahlâk odur. Hastalık doğuran sebeplerden ve onu barındıran ortamlardan uzak durmak gerektiği gibi, günah mikropları üreten çevrelerden de uzak kalmak gerekir. İnsan hem bedenen hem de ruhen etkilenen bir yapıya sahiptir. Buna binaen insanın yaşadığı ortam, iklim, kültür ve aile insan üzerinde etkiler yapar. Çevrenin kişiyi etkileme gücü ‘insanı yapan çevresidir’ şeklinde ifade edilmiştir.
Peki insan yetiştiği çevre ve ortamın etkisine mahkum mudur? Toplumsal ortamın etkisi değiştirilemez bir kader midir? Coğrafi çevrenin veya genetik yapımızın insan biyolojisi üzerindeki etkileri elbette değiştirilemez, ama sosyokültürel ortamın insan karakteri ve ahlâkı üzerindeki etkisi için aynısı söylenemez. Şayet toplumun etkisi değiştirilemez bir kader olsaydı peygamberlerin gönderilmesi bir anlam taşımazdı. Peygamberler ve ilâhi vahyin gönderiliş maksadı kötü olanı atıp iyiyi yerleştirmektir. “Ben ahlâki güzellikleri tamamlamak için gönderildim” hadisi bu maksadı net olarak ifade eder.
Eğitim ve terbiye belki insanda olmayanı veremez, ama insanın fıtri yapısını şekillendirir ve gelişmesini sağlar. Eğitimin amacı; bireye belli bilgi ve beceriler aktarıp, değer yargıları aşılayarak onda istenen davranışları geliştirmektir. Eğitim işi bahçıvanlık işine benzer. Bahçıvan, bahçesini zararlı şeylerden koruyarak ve gelişmesini sağlayacak zirai işlemleri zamanında yaparak verimi arttırır. ‘Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur’ deyişi bunu en güzel şekilde ifade eder.
Eğitim, terbiye, ilim ve ibadetin temel amacı insanı korumak, doğruya yönlendirmek, onu geliştirmek ve en üst seviyeye ulaştırmaktır. Ahlâki gelişimi sağlamayan ilimde bir hayır yoktur. ‘Fayda sağlamayan bir ilimden sana sığınırım’ buyrulmuştur. İnsanı ahlâken güzelleştirmeyen, iyi davranışlara sevk etmeyen ibadetlerde de bir hayır yoktur. Yani insanın derununa nüfuz etmeyen bir ilim ve ibadet kabuktan ibaret bir çekirdektir ki, toprağa atsan da yeşermez. Kısacası din bir ağaç ise ahlâk onun meyvesidir. Ahlâki davranışlara sevk etmeyen bir inançta da hayır yoktur.
Çağımızın egemen ideolojileri insanın sadece kalıbına yönelmiş ve onun ihtiyaçlarını öne çıkarmışlardır. Çoğu materyalizme dayanan bu ideolojiler insanın manevi yapısını ya inkar etmiş ya da görmezden gelmişlerdir. Bunun yanı sıra çağımızın dini anlayışı da sorunludur. İslam dünyasının İslam’a bakış açısı ve yaklaşımı da sorunlarla doludur. İnanç ile amel arasındaki çelişki günümüz dindarlığının en büyük problemidir. Dillerde Allah’a iman ve O’nun en büyük olduğunun ikrarı duyulurken, davranış ve yaşantıda (hâşâ!)Allah yokmuş gibi bir yaşam hüküm sürüyor. Gönlü, ahlâkı, sevgi ve merhameti ön planda tutmayan hiçbir dini anlayış ve yaşayış insanı mutlu edemez ve şerleri ortadan kaldıramaz. İnsanın kalbine işlemeyen, onu doğru ve iyi davranışlara sevk etmeyen bir inanç hakka uygun olabilir mi?
Ahlâk ve gönül eğitiminin verildiği eski tekkelerde iki soru sorulurmuş:
Birincisi: Bugün gönül kırdın mı?
İkincisi: Namazını kıldın mı?
Birinci soruya evet diyene ikinci soru sorulmazmış!