Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin
Namazı Allah karşısında divan durma bilinciyle eda etmenin önemi büyüktür. Kalp başta olmak üzere diğer manevi his ve duyularımızın Allah karşısında duruşun heyecanını yaşamaları ve bundaki lâhutî zevki tatmalarına ‘huşu’ diyoruz. Kaynağı kalpte olan huşunun beden azalarımıza yansıyan tarafına ise ‘hudu’ denmiştir.
Namaza duran kul, hem bedenen hem de kalben temizlenmiş, kendini namaza hazırlamış olmalıdır. Namaz için gerekli temizliğin maddi olanı bilindiği gibi abdesttir. Abdest almadan namaz kılınamaz; kılınsa da geçerli olmaz. Bununla beraber namazın manen, ruhen ve kalben kılınması daha çok önem arz eder. Hz. Mevlana ibadetlerde ihlasın ve iç dünyamızın yapılan işin farkında olmasının gerekliliğini şöyle ifade eder: ‘İbadetin netice vermesi için zevk; tohumun ağaç olması için içinin dolu olması gerek.’
Namaz ve diğer ibadetlerde iç dünyanın hazır olması konusunu Hz. Mevlana “Onlar, namazlarına devam ederler.” (Mearic:23) ayetinin açıklaması ile yapar: ‘Ayette kast edilen namaz ruhun namazıdır. Şeklen kılınan namaz geçicidir, devamlı olmaz. Çünkü ruh, deniz âlemidir, sonsuzdur; cisim ise deniz kıyısı ve karadır; sınırlı ve ölçülüdür. İşte bu yüzden devamlı namaz ancak ruhun olabilir. Ruhun da rükûu, secdesi vardır; fakat bunları açıkça şekillerle göstermek gerekir. Çünkü mananın sûretle bağlılığı vardır. İkisi bir olmadıkça fayda vermez. ‘Eğer kayısı çekirdeğinin sadece içini ekersen bir şey bitmez. Oysa onu kabuğu ile diktiğin zaman biter.’
“Şu namaz, bütün gün kıyamda, rükûda, secdede durman için konmamış ya; maksat, namazda, sende beliren halin, daima sende olmasıdır. Uykuda, uyanıklıkta, bir şey yazarken, bir şey okurken, hâsılı bütün hallerde Allah’ı anıştan ayrılmamalısın ki "Onlar, namazlarını boyuna kılarlar" sırrına eresin, buna erenlere katılasın.” (Fihi mâ fih: 67).
Kalbini manevi kirler demek olan günahlardan temizleyenin kalbine ihlas dolar ve bu kişi hiç bir dünya nimetinde görülmeyen manevi bir zevki namazında bulur. Hz. Mevlana namazda duyulan huşu ve ihlasın kişiyi ihsan mertebesine ulaştırdığını şu temsil (Sungur ve efendisi) ile anlatır. Efendisi, hamama gitmek için kölesi Sungur’u seher vakti kaldırır. Namazdan zevk alan Sungur sabah namazını kılmak için girdiği camiden bir türlü çıkamamaktadır. Kuşluk vakti girmesine rağmen camiden ayrılamayan Sungur’a efendisi defalarca çağrıda bulunur. Aralarında geçen diyalog ve Sungur’un neden camiden ayrılamadığıyla ilgili Mevlâna şu beyitleri serd eder; “Sungur kuşluk çağına kadar içerde kaldı. Bey, bir müddet bekledi. “Sungur, neye dışarı çıkmıyorsun?” diye seslendi. Sungur, içerden “ Efendim, koyuvermiyorlar. Birazcık daha sabret, şimdi geliyorum. Beni beklemekte olduğunu biliyorum, unutmadım” dedi. Bey, tam yedi kere seslendi, bekledi, bekledi, seslendi. Nihayet Sungur’un bu cilvesinden usandı, âciz kaldı, sabrı tükendi. Sungur, beyin her seslenişinde “Efendim, dışarı çıkacağım ama daha koyuvermiyorlar” diyordu. Bey “Yahu, mescitte kimse kalmadı koyuvermeyen kim, seni orada kim tutuyor?” diye bağırdı. Sungur dedi ki: “Seni dışardan içeriye sokmayan yok mu? İşte beni de içerden dışarıya çıkarmayan o. Sana içeri girmeye izin vermeyen, benim de dışarı çıkmama mâni olmakta” (Mesnevi, 3:3062-9).
Hz. Mevlana ibadetlerin ve özellikle namazın hayatın her noktasına kalıcı etkiler yapması gerektiğini şu anlamlı veciz ifade ile dile getirir:
‘Öyle bir abdest al ki hiç bozulmasın. Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin. Âşığa beş vakit yetmez, beş yüz bin vakit arzu eder. Zira namaz, Sevgililer Sevgilisi olan yüce Yaratıcı’ya vuslattır. ...Gerçek âşık, vuslatın bitmesini ister mi’