Kralların giremediği kale
Toplumsal yapının en temel taşlarından biri şüphesiz ailedir. Varlığını devam ettirmek ve onu geleceğe taşımak isteyen her toplumun aileye gereken değeri vermesi kaçınılmazdır. İnsan vücudunda kalbin yeri ne ise toplumsal yapıda da aile ona tekabül eder. Bir toplumun varlığı ancak ailenin sağlıklı olması ile mümkündür.
Modern çağın ürettiği değerlerin hemen hepsi geleneksel aileyi ve değerlerini çürüten bir özelliğe sahiptir. Modern bilim, teknoloji, siyaset ve ekonomi, aileyi ve ailevi değerleri zayıflatan süreçlerin doğmasında önemli roller oynadılar. Toplumun refah ve saadetini sağlaması gereken hukuk ve yasalar bile ailenin aleyhinde işleyen süreçlerin koruyucusu oldular. Bugün aile kurumu her günküsünden çok daha fazla tehlikelere ve saldırılara maruz bir durumdadır. Adeta her cihetten düşman darbeleri yiyen ailenin savunmasını yapan unsurlar da ortada görünmez olmuşlar. Şairin dediği gibi ‘taşları bağlamışlar köpekler serbest’.
Sanayileşme döneminden bu yana peyderpey darbeler alan aile kurumu, son yıllarda hayatı saran iletişim teknolojisinin ürünü olan telefonlar ve internet ile beraber belki de tarihte ilk defa yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bulunmaktadır. ‘Aile kralların bile giremediği bir kaledir’ diyen Emerson, bugünleri görseydi ne derdi acaba?
Ailevi değerlerin tehlikelere maruz kalması insan hayatını temelden sarsıyor elbette. Sadece kendisini düşünen, hırçın ve merhametsiz bir nesil yetişiyor. Çünkü çocuklar ailenin sıcak ve şefkatli ortamından mahrum kalarak yetişmektedirler. Her canlı yetişmek için bir ortama gerek duyar ve her canlı yetiştiği ortamın özelliklerini yansıtır. İnsanı şekillendiren çevresidir. Sağlıklı bir insan ancak sağlıklı bir ortamda ve ailede yetişebilir. Tohum için tarla ne ise, insan için de aile odur. Tarla bakım görmezse iyi ürün vermez.
Müslümanlar bugün her konuda olduğu gibi aileyi koruma konusunda da kendi öz değerlerinden uzaklaşmışlardır. Batı ve onun değerlerini bilinçsizce taklit etme hastalığı revaçtadır. Hürmet, merhamet ve şefkat gibi esaslar üzerine kurulu geleneksel aile yapısı horlanıyor, küçümseniyor. Tarihi mirasımıza dayalı köklü aile geleneğinin unutulması, beraberinde çok sorunlar doğuruyor. Her gün artarak devam eden aile içi problemler, boşanmalar, aile içi şiddet olayları tehlikeli bir şekilde artış kaydediyor. Aile hayatında yaşanan bu tür olumsuzluklar evlenme, aile kurup çocuk yetiştirme isteğini de azaltıyor. Gençlerimiz evlenip yuva kurmaktan korkuyorlar. Bunun neticesinde gayrı meşru ilişkiler ve gayrı ahlaki hayat hızla yaygınlaşıyor.
İşin en tehlikeli yanı ise çatırdayan aile yapımızın kurtuluşu için gerekli duyarlılık ve tepkinin de kaybolmasıdır. Toplumu uyarmak(emr-i bil’maruf, nehy-i anil’münker) gibi önemli bir dini vecibeyi unutmuşuz. Dini cemaatler kendi aralarındaki ihtilaf meselelerine enerjilerini sarf etmekte, toplumun içinde bulunduğu ahlaki çöküşe karşı önlem alma konusunda ciddi bir çaba ve çalışma göstermemektedirler.
Geçenlerde eski bir öğrencimle hasbi hal ederken ne iş yaptığını sordum. Misyonerlere Türkçe dersi verdiğini söyleyince, onların ne tür faaliyetler yaptıklarını sordum. Aldığım cevap çok düşündürdü beni. Evet bugün misyonerler çatırdamaya başlayan aile yapımızın doğurduğu acı olaylara el atıyor, eşler arasındaki problemleri halletme yolu ile insanlarımızı kendi inançlarına çekmeye çalışıyorlar.
Peki misyonerler kendi batıl inançları için bu doğru işi yaparken biz nelerle meşgulüz? Sahi biz neyle meşgulüz, enerjimizi toplumun hangi kanayan yarasını tedavi etmek uğruna harcıyoruz?