• DOLAR 34.608
  • EURO 36.318
  • ALTIN 2972.96
  • ...

İslam coğrafyası on dokuzuncu asrın sonları itibariyle kısmen, Birinci Dünya Savaşının son bulmasından sonra da,  kahir ekseriyetiyle batılı emperyalist ülkelerin işgaline uğradı. Başta İngiltere olmak üzere Avrupalı devletler İslam ümmetinin sahip olduğu toprakları fiilen işgal etti ve Osmanlı devletini ortadan kaldırıp bakiyesi topraklar üzerinde irili ufaklı uyduruk yapılar oluşturdular.

 

Osmanlı devletinin tarihe karışmasıyla bölünen coğrafyamızın her parçasında günümüze kadar süren nice acı ve dramlar yaşandı, yaşanıyor. Parçalanmış bir cesetten koparılan organların umutsuz çırpınışlarına benzer durumlar yürekleri dağladı. Bu çırpınış ve çığlıklar bir asırdan beri hala dinmedi; devam ediyor.

 

Batı`nın bölgeye müdahalesi bu topraklar ve üzerinde yaşayan İslam ümmeti üzerinde “şeytan çarpması” etkisi bıraktı. Hegemonyacı batılı güçler bölgeyi karış karış yoklayıp karıştırmaya, kendi halinde olan her şeyi sadece kendi çıkarları istikametinde yeniden şekillendirmeye koyuldular. Uzun vadede kendi çıkarlarını korumaya yönelik olarak bölgeyi parçalama, sorunlarla yüklü hale getirme, Müslümanları güçsüz ve her açıdan kendine muhtaç bırakma politikalarını yürürlüğe koydular.

 

Batı`nın geçen yüz yıl zarfında uyguladığı şeytani politikalarının uğursuz sonuçları iki önemli başlıkta özetlenebilir: Birincisi; kendi çıkarlarının koruyucusu kukla rejimlerin halkın başına musallat edilmesi. İkincisi; İsrail devletinin kurulması. Bu her iki sonuç, ümmetin kafasına ve kalbine sıkılmış birer kurşun etkisi meydana getirdi. Yediği bu ölümcül darbelerle komalık duruma gelen ümmet geçen bir asra rağmen hala ayakları üzerine durabilecek duruma gelebilmiş değil.

 

Geçen asrın otuzlu ve kırklı yıllarında Filistin topraklarına Avrupa`nın değişik yerlerinden Yahudiler, Filistin`e göçe teşvik edildi ve Filistin topraklarının bu göçmenlerce gasp edilmesine göz yumuldu. Toprakların asıl sahibi Müslüman Araplar, İngilizlerin desteği ile Yahudi tedhiş örgütlerince yavaş yavaş yerlerinden edildi ve dışarıdan gelen göçmenler buralara yerleştirildi. Hasta adam ölmüş, mirası cömertçe dağıtılıyordu. Olup bitenler işgalci İngiliz idaresinin gözetim ve denetiminde gerçekleşiyordu.1940`larda Filistin toprakları üzerinde yaşayan iki milyon Müslüman Arap`a bedel sadece dört yüz bin Yahudi yaşıyordu ve bunların da %80`i dışarıdan getirilen göçmenlerdi. Toprakların da,  %95`i Müslüman Arapların elindeydi.

 

İngilizler, Yahudi yerleşimcilere gösterdikleri müsamaha ile yetinmediler; Siyonist Yahudi cemaatlerin kurdukları tedhiş örgütlerine sağladıkları silah ve mühimmat desteği yoluyla Müslüman Filistinlilerin katledilip yurtlarından sürülmelerini de sağladılar. Batı`nın desteğiyle kurulan İsrail, Filistin`in demografik yapısını hızla değiştirdi. Avrupa ve Sovyetler birliğinden sayıları milyonları aşan Yahudi göçmenler getirildi ve kovulan Filistinli yerli halkın yurtlarına ve evlerine yerleştirildi. Evlerinden yurtlarından uzaklaştırılan beş milyona yakın sürgün Filistinli ile içerde yarı açık cezaevi mesabesinde yaşamaya mahkûm edilmiş Gazze halkı ve Batı Şeria halkı...  Bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden sürgün, toplu katliam ve sefalet, Filistin halkının kaderi oldu ve bu felaketin meşrulaştırıldığı 15 mayıs 1948`den bu yana Filistin halkı tarihte eşi görülmemiş baskı, işkence ve hukuksuzluklarla karşı karşıya kaldı.  Bu tarih, Siyonist zorbalık ve zulmünün Birleşmiş Milletlerce tescil  edildiği tarihtir. Bu tarih, Filistin halkının yok sayıldığı uğursuz bir gündür. Bu tarih, sadece Filistinli Müslümanlar için değil bütün bir ümmet için tam bir felaket ve kara gündür.

 

Batı emperyalizminin eseri olan diktatörlerin çoğu devrildi geride kalanların da artık gidici olduklarını söylemek artık hayal görmek değildir. Çünkü zulüm asla kalıcı olmamıştır. Bu diktatör rejimlerin de en az İsrail kadar vahşi ve acımasız olduklarını tarih ve günümüzde gelişen olaylar şahitlik etmektedir. Zalimin camiye gideniyle havraya gideni arasında bir fark yapmak İslami olmadığı gibi insani de değildir. Belki camiye gelip Müslümanların kuyusunu kazan münafık, kâfir`den daha eşedd görülmüştür.

 

Umudumuz o ki, diktatörleri deviren o aziz ve şerefli ruh, pek de uzak olmayacak bir zamanda onların ikizi olan Siyonist yapıya da yönelecek ve işte o zaman Kudüs özgürleşecek; gerçek anlamda ümmetin baharı ve bayramı yaşanacaktır. Siyonist İsrail gasp,  işgal, kan ve zulüm üzerine kurulan bir yapı olduğu için onun da kaderi Arap diktatörlerinkinden farklı olmayacaktır.