“Şükrederseniz arttırırım” *
“Hz. Musa (a.s.) Tur-i Sina’ya gidiyordu. Bir âbid karşısına çıktı, ellerini öptü ve adeta yalvararak Hz. Musa’ya,
- “Ya Musa! Herhalde Tur-i Sina’ya Rabbine münacata gidiyorsun. Ne olur Rabbime benim halimi arz et.” Hz. Musa:
- “Nedir o?” diye sorar. Âbid de,
- “Ya Musa! Malım çok, tasarrufunda kusur işleyeceğim de, helak olacağım diye çok korkuyorum. Rabbim benden bu malın bir kısmını alsın. Ricam budur” der. Musa (a.s.) yoluna devam eder, bu defa da çölde çıplak olduğu için yarı beline kadar kuma gömülmüş ve o halde ibadet eden bir başka âbide rastlar. O da Hz. Musa’ya,
- “Ya Musa! Ne olur Rabbime söyle de bana biraz yiyecek, içecek, biraz da giysi ihsan etsin” diye yalvarır.
Hz. Musa (a.s.) Tur-i Sina’ya gider, Rabbine olan münacatını yapar, dönerken o bir şey demeden Hz. Allah buyurur ki:
“Ya Musa! Malının çokluğundan şikayetçi olan ve biraz azaltılmasını benden isteyen kuluma söyle; malının azalmasını istiyorsa, o da şükrünü biraz azaltsın. Diğer çıplak olan, biraz yiyecek içecek isteyen kuluma da söyle; şükrünü çoğaltsın.”
Hz. Musa döner, evvela malının çokluğundan ve şükrünü eda edemeyeceğinden endişe eden zengine uğrar. Zengin ona sorar:
- “Ya Musa Rabbim ne buyurdu?” Hz. Musa,
- “Sen şükrünü çok yapıyormuşsun, onu biraz azaltsın, buyurdu.” O zengin,
- “Rabbimin bana olan bunca nimetine mukabil, ona nasıl şükretmem?” dedi. Ve şükre devam etti; rızkı da arttıkça arttı. Hz. Musa diğer kulun yanına gelince,
- “Rabbim bana ne verdi ki, şükrünü arttırsın, diyor” dedi, o anda hemen bir kasırga çıktı, üzerine örtmüş olduğu kumları da alıp götürdü ve onu çırılçıplak, perişan bir vaziyette bıraktı.”
Bu kıssadan alınacak hisse, şükrün ne denli bir keramet olduğu gerçeğidir. Hele ki, dört bir yanımızdan çepeçevre sarıldığımız dünyevileşme bataklığından kafamızı çıkarıp, hakikat gözlüğü ile baktığımızda, günümüz insanının en çok ihmal ettiği şeylerin başında ‘şükür’ olduğunu görürüz. Özellikle de, son zamanlarda toplumumuzda had safhaya gelmiş bir şikâyet kültürü almış başını gidiyor. En küçüğünden en yaşlısına kadar, genel bir memnuniyetsizlik hali bariz bir şekilde toplum ahlakını ele geçirmiş vaziyette ne yazık ki…
Özellikle son bir yıldır, kıssada geçen çöldeki âbidin durumuna benzer bir vaziyetteyiz. Zira şikâyet ettiğimiz her şeyin aslında bizler için birer nimet olduğunu yeni yeni anlıyoruz.
Daha bir yıl önce şikâyetçi olduğumuz şeyleri şöyle bir hatırlayacak olursak, şimdilerde hasretini çektiğimiz şeyler olduğunu göreceğiz.
Örneğin; akraba ziyaretleri o denli bayağı bir hal almıştı ki, hiç kimse birbiriyle görüşmek istemiyordu. Oysa şimdi akraba ziyaretlerini özler olduk.
Haftada bir gün sohbete gitmek nefsimize ağır geliyordu, dernekler kapandı. Bin türlü bahaneyle bu hafta gitmesem ne olur ki diyorduk, oysa şimdi sohbetlere hasret kaldık.
Eğitim sisteminin bozukluğu her kesin dilindeydi, fakat şu an çocuklarımızın okula gidebileceği günleri iple çekiyoruz.
En ilginç olanı ve hala hikmetini kavrayamadığımız şey de, bu süreçte kaybedilen yaşlılarımızdır. Her halde onların dualarına layık olmadığımız için, Rabbimiz rahmet sebebi olan yaşlılarımızı da çekip alıyor bizlerden…
Eğer ki; aklımızı başımıza almazsak bu musibet daha da uzayacak gibi. Yapılacak şey tüm bu yaşananlardan ders alarak, şikâyeti, yakınmayı bırakıp halimize şükretmektir. Şükrün kerametini o vakit bizler de göreceğiz biiznillah…
Selam ve dua ile…
*İbrahim suresi 7. ayet