İNSAN NEDİR?
İnsanı tanımlamaya çalışan birçok ideoloji ve felsefe akımları bu konuda pek de kayda değer yol kat edememişlerdir. Kimi insanı; diğer canlı türlerinden bir tür olarak tarif ederken, kimisi de; insanın düşünen bir hayvan olduğu iddiasından öteye gidememiştir.
İnsanın ne olduğuna dair, başvurulacak yegane merci O’nun yaratıcısı, sanatkârı Sanii Zülcelal olan yüce Rabbimizin kitabıdır elbette. Bir eseri ortaya çıkaran bir sanatçı, nasıl ki o eseri tarif etmeye en çok hak sahibidir, bu itibarla insanı anlamaya çalışan her kişi; bu hakkı, kendisini var edene vermekle en mantıklı şeyi yapmış olur. Kur’an-ı Kerim’in bu anlamdaki yol göstericiliğini kabul etmeyenler çok basit meseleleri dahi anlamakta zorlanır, anlayamadıkları şeylere de ‘belirsizlik’ deyip geçerler.
Gelelim Kur’an-ı Kerim’de insanın tanımlandığı ayetlere…
İsra suresinin 70’inci ayetinde Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Gerçekten biz Âdemoğullarını şerefli kıldık, onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lütfettik, onları temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattığımız varlıkların birçoğundan üstün kıldık.”
Ayet-i Kerime’de Ademoğluna verilen nimetlerden bahsedilirken aynı zamanda yaratılan varlıkların bir çoğundan üstün kılındığı açık bir şekilde beyan ediliyor.
Yine Tin suresi 4. Ayette:
“Andolsun ki biz insanı en güzel şekilde yarattık” buyuruyor. Ayette geçen ‘ahsen-i takvim’ tabiri en güzel surette, şekilde anlamlarına geliyor. Buradaki güzellikten kasıt bedendeki güzellik değildir. Zira; beden, ruhumuza giydirilen ve zamanla eskiyen, yaşlanan, zayıf, türlü türlü ihtiyaçları olan bir elbiseden ibarettir. Elbisenin güzelliği yalnızca bakan gözlere insanı hoş göstermeye yarar. Halbuki ruha ait öyle meziyetler vardır ki insanı ‘eşrefi mahlukat’ (yaratılmışların en şereflisi) derecesine çıkarır, ala-i illiyyine (yücelerin en yücesi) kadar yükseltir.
Her insanın ruhunda, kendisini bu konuma çıkarabilecek potansiyel mevcuttur. Bir insan bu potansiyelini hangi oranda kullanırsa, mahlukat içerisindeki konumu da o derecede belirlenir.
İnsanı diğer mahlukattan ayıran ve üstün kılan şeyin; akıl olduğunu sananlar büyük bir yanılgı içerisindeler zannımca. Çünkü nice akıllı kimseler aklını şeytanın emrine vererek esfel-i safiline (aşağıların en aşağısı) düşmekteler.
Akıl; iyiyi-kötüden, doğruyu-yanlıştan, güzeli-çirkinden ayırt edebilme ve aralarında tercih yapabilmeye yarayan bir araçtır. Aklın amacı; ömür süresi boyunca bu seçenekler arasından, hep iyi olanları seçerek kişiyi insan-ı kamile ulaştırmaktır.
Peki; insanı üstün kılan bu cevher nedir?
Elbette güzel ahlak ve erdem sahibi olmaktır. İnsan güzel ahlaka ve erdemlere ulaştığı ölçüde değerini yükseltir. Bu tamamen bir tercih meselesidir.
Bu konuda Rabbimiz; aklın yol göstericiliğini yetersiz görmüş olmalı ki, bizlere kılavuzluk edecek peygamberler göndermiştir. Ve son Peygamber Hz. Muhammed’i (s.a.v.) tartışmasız ‘en güzel örnek’ ve kıyamete kadar gelecek olan insan ve cinlere rehber olarak göndermiştir.
Nitekim; Allah Rasulü (s.a.v.) bir hadisinde ; “Ben güzel ahlakı tamamlamaya geldim.” buyurmaktadır. Aynı zamanda tüm hayatı boyunca sayısız hadisede, güzel ahlaka dair hem kavli hem fiili örnekler sunmuştur. Yaşadığı çağın çok ötesinde bir evrensel ahlak anlayışını şahsiyetinde barındırmış olan Allah Rasulü (s.a.v.) insaf sahibi gayrimüslimlerin dahi kabul ettiği bu gerçeği siyeri ile günümüze taşımıştır.
İnsana düşen ise, O‘nun yüce ahlakını tanımak ve O’nu kendine rehber edinmektir. Eşref-i mahlukat olmanın tek yolu budur…
Selam ve dua ile…