Direniş ve mücadele Peygamberi
İki aydır ülkemiz, özellikle de Kürdistan Kutlu Doğum etkinlikleriyle gündemde. Allah`a şükür iki aydır meydanlar, okullar, konferans salonları Peygamber âşıklarıyla dolup taşıyor. Her yerde Peygamber konuşuluyor, herkes Peygamberi konuşuyor. Peygamberin güzel ahlakından, hoşgörüsünden, affediciliğinden bahsediyoruz. Sevgi Peygamberi ve Güllerin Efendisi gibi lakaplarla adlandırıyoruz Onu. Kuşkusuz bunların hepsi doğru hatta az bile... Ancak Peygamberin direniş, mücadele ve devrimci yönünü de unutmamalıyız. O yüce insan aynı zamanda bir savaş ve mücadele Peygamberiydi de… Halkları ezen, mazlumların zenginliklerini talan eden emperyalist, zorba güçlerle bıkmadan, usanmadan mücadele eden bir direniş Peygamberi…
Evet, mücadele ve sabır Peygamberiydi o. Sorunlar karşısında yılgınlığa düşmezdi. Umutsuzluk, karamsarlık onun tanımadığı kavramlardı. Dostlarının ‘her şey bitti artık` dedikleri anlarda dahi, O, etrafına ümit ve kararlılık dalgaları yayardı. Davasını yaymada sabırlıydı. Muhatabı ne kadar inatçı olursa olsun O pes etmezdi. İşi sonuna kadar götürürdü. Aynı adama aynı şeyi gerekirse yüzlerce defa söylerdi. Hiç sıkılmaz ve kesinlikle bezginlik belirtileri göstermezdi. Mekke`de nübüvvetin on üç yılı boyunca zorbalara kafa tutmaktan, mazlumların hakkını savunup sermayedar aristokratlar karşısında hakkı haykırmaktan çekinmedi. O ömrü boyuna zalimlere karşı mazlumların ve yoksulların safında yerini aldı.
Nerede zulme ve zorbalığa karşı bir oluşum varsa, Muhammed Aleyhisselam da içindeydi. Risaletten önce de bu böyleydi. Hilfu`l – Fûdul hareketine ilk katılanlardan biriydi. Cahiliye Mekke`sinde bir avuç yiğit gençle birlikte ezilenlerin haklarını korkusuzca güçlü Kureyş aristokrasisinden talep ediyordu. Servetini yoksulların arasında paylaştırmakla yetinmiyor, dostlarına da aynı telkinlerde bulunuyordu.
Medine`ye hicret edip az sayıdaki yareniyle Medine İslam Devletini kurduktan sonra tüm zamanını zülüm düzenlerine karşı mücadeleyle geçirdi. Savaştan savaşa koştu, günleri savaş meydanlarında, cenk ve cihat atmosferinde geçti. Tek derdi mazlum halkları adalet ve özgürlüğe kavuşturmak, Allah`ın kullarını sömürgeci emperyalistlerin köleliğinden kurtarıp gerçek özgürlük olan yüce yaratıcıya kulluğa kavuşturmaktı.
Hayatını, varlığını halkların dünya ve ahiret kurtuluşuna vakfeden aziz Peygamber bu mazlum halklardan aynı oranda karşılık buldu. Mazlum halklar kendi mutlulukları için her türlü acı ve çileyi göğüslemekten çekinmeyen bu yüce insana öyle bir sevgiyle bağlandılar ki aradan asırlar geçmesine rağmen bu sevgi ve alaka azalmadı. Azalma şöyle dursun çığ gibi arttı.
Görüyorsunuz aradan 14 asır geçti ama meydanlarda toplanan yüz binlerce, milyonlarca insan müthiş bir coşkuyla, “anamız, babamız sana feda olsun ya Resulellah!” diye haykırıyorlar gözyaşları içinde…
Evet, bu sevgi ve bağlılık asla bitmeyecek, tükenmeyecek. Hiçbir güç mazlum halkları peygamberden uzaklaştıramayacak. Peygambere olan bağlılık ve sevgiden koparamayacak… Ve bu aşk, bu sevgi, bu sevda er ya da geç yeryüzündeki ezilen halklara kurtuluş, özgürlük, insani ve ahlaki kalkınma getirecek, onları yeryüzünün zalim, ifsat edici şeytani otoritelerinden halas edecektir.
Nice büyük imparatorluk yıkıldı gitti. Dünyayı istila eden nice azgın ordular tarihin karanlığında kayboldu. Dünya halklarına ilahlık taslayan, güç putuna tapınan, debdebe ve ihtişamını ebedi sanan nice imparatorlar, krallar, kayserler, Sezarlar, şahlar ve başkanlar zaman canavarının dişleri arasında un ufak oldular. Adları, sanları bile unutuldu. Ama “Muhammed” adı, tarihi ve zamanı hiçe sayarak milyarlarca kalbi aşkla coşturmayı sürdürüyor...
Mücadele ve direniş Peygamberi kıyamete kadar mazlum halklar için kurtuluş kaynağı olmaya devam edecek. Yeryüzünün azgın güçleri, kötülük ve fesat kaynağı İsrail ve büyük şeytan Amerika ve onların doğulu, batılı dostları, uşakları istese de istemese de…