• DOLAR 34.422
  • EURO 36.306
  • ALTIN 2841.774
  • ...

Gazze otuz yıldır, Allah’ın en azgın düşmanları, dünyanın en vahşi katilleriyle savaşıyor. Bu son savaş, Aksa Tufanı, Siyonistlerin ne kadar azgın, vahşi, ahlaksız ve insanlık düşmanı barbarlar olduklarını tüm dünyaya gösterdi.

Gazze’de savaşan Müslümanlar Allah’ın en sevgili kullarından bir gruptur. Allah, gaybi yardımlarıyla, mucizelerle ve kerametlerle bu sevgili kullarına olan desteğini göstermiş, gönüllerine sekinet vermiştir.

Ben yıllar önce Gazze halkının mazlumiyetini görüp onlara destek olmaya giden İngiliz bir aktivistin Müslüman olma hadisesini okumuş ve onu öyküleştirmiştim. Daha önce yayınlanmış bu öykümü önemine binaen kısaltıp tekrar okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

Adını Abdullah Malik olarak değiştirmiş Doktor Hans’ın yaşadıklarını onun ağzından dinleyelim isterseniz:

Özgürlükçülük damarım beni Filistin’e kadar götürdü. Kendimi bir anda Filistin halkının acılarını dünyaya duyurmaya çalışan bir aktivist olarak buldum. Ne kadar güzel günlerdi o günler! Yiğit Filistinli gençlerle israil askerlerinin ciplerini taşa tutuyor, kendimizi tanklara siper ediyorduk.

Bir gün Gazze’de bir HAMAS mensubunun evini ziyaret ettik. Çok yoksul bir evdi. Genç oğullarını şehit vermişlerdi. Yaşlı bir baba, israil bombardımanında her iki ayağını kaybetmiş, tekerlekli sandalyeye mahkum yirmi yaşlarında bir genç kız ve evin bütün yükünü omuzlamış dul bir eş… Şehit Ahmet’in yirmi beş yaşındaki dul eşi Zeynep… Daha on sekiz yaşındayken dul kalmış. Ahmet’le evliliği birkaç ay sürmüş. Bu şerefli aileye HAMAS bakmaya çalışıyordu. Korkunç bir ambargonun varlığı altında…

Ben çok mutsuz, perişan, hayatlarından usanmış bir aileyle karşılaşacağımı sanıyordum. Lakin gördüğüm manzara beni tam anlamıyla şok etti. O kadar mutlu, o kadar sakin, o kadar huzurluydular ki anlatamam. Şehidin babası pırıl pırıl bir yüzle bizi karşıladı. Yoksul evlerinde ne varsa önümüze koydu. Sohbet esnasında ikide bir Allah’a şükrediyordu. Allah’ın bahşettiği büyük lütuflara layık olmadıklarını söylüyordu.

Ben sonunda dayanamadım. Onu üzmekten korkan titrek bir sesle:

----- Ama amcacığım! Dedim. Allah size yokluktan, perişanlıktan başka bir şey vermemiş. Bunca şükür ne için?

İman dolu bir yürekle konuştu:

----- Karşılığında Rabbimin rızası ve cennet olduktan sonra bütün musibetler hoş gelmiş, sefa getirmiş!

O an ateistlik damarlarım kabardı. Gayri ihtiyari:

----- Ya cennet yoksa? Diye bir söz döküldü ağzımdan. Ama hemen pişman oldum. Boş boğazlık ettiğim için kendime çok kızdım. Bu mazlum aileyi hiç üzmek istemiyordum.

Fakat korktuğum başıma gelmedi. Şehidin babası hiç kızmadı. Aksine geniş, hoş bir gülümseme yayıldı yüzünde.

----- Doktor Hans! dedi bana. Oğlum Ahmet bir iştişhadi eylemde şehit oldu. Tam yedi yıl önce. İsrailliler cesedine el koydular. Üç ay önceki esir takasında oğlumun cesedini de bir demir tabut içinde teslim ettiler. Teşhis için oğlumun tabutunu açtılar. Aradan yedi yıl geçmesine rağmen oğlum sanki bir saat önce öldürülmüş gibiydi. Yüzü güneş gibi parlıyordu. O kadar parlak ve nurluydu ki… Vücudunda en ufak bir kokma ve çürüme yoktu. Hala yaralarından kan sızıyordu. Anlatabiliyor muyum? Aradan tam yedi yıl geçmiş ve oğlumun yaralarından hala taze kan sızıyor! Bu tıbben mümkün mü? Bunun bilimsel veya akli bir açıklaması var mı? Kesinlikle hayır! İnsanın ölü cesedi birkaç gün içinde kokmaya başlar. Benim oğlum ise yedi yıl boyunca ilk gün ki gibi kalmış. Bu ancak ilahi bir mucizeyle açıklanabilir. Ondan da öte bir şey söyleyeyim size. Ahmet’imin tabutunu açtıkları zaman kanlı elbiselerinden öyle güzel bir koku yayıldı ki etrafa o güne kadar hiç kimse böyle güzel bir kokuya şahit olmamıştı.

Ben bir kahramanlık efsanesi dinler gibi dinliyordum yaşlı adamı. İnanmaz gözlerle bakıyordum ona. Anlattıkları gerçekten aklın kabul edeceği şeyler değildi.

Yaşlı adam ona inanmadığımı hissetti. Sessizce ayağa kalktı. Öbür odaya geçti. Biraz sonra elinde tahta bir kutuyla geri döndü. Tahta kutuyu önüme, sehpanın üzerine koydu. Bana döndü. Heyecandan kısılmış bir sesle, duygu çağlayanı içinde:

----- Bu kutunun içinde yavrumun kanlı mendili var! Dedi. Şehit olurken cebindeymiş. Onu hatıra olarak kaldırdım.

Sonra büyük bir saygıyla kutuyu açtı. Kutunun içinde üzerindeki kanı kurumuş, buruşuk bir mendil vardı. Kutunun açılmasıyla odanın içi öyle hoş, öyle güzel bir kokuyla doldu ki ben hayatım boyunca böyle güzel bir koku görmedim.

Ben güzel kokulara düşkün, güzel kokulardan anlayan bir adamdım. Odanın içini dolduran bu mest edici koku kesinlikle dünyevi değildi. Dilim tutulmuştu. Konuşamıyordum. Gözlerimi mendilden ayıramıyordum. Bir anda her şeyi anlamıştım. Ruhumu esir alan küfür perdesi paramparça olmuştu. Kalbim duygu seli altında duracak gibi ağırlaşmıştı.

Neden sonra bir ağlama tuttu beni. Şehidin yaşlı babasına sarılmış hüngür hüngür ağlıyordum. Ve oracıkta Müslüman oldum…

Doktor Hans’la uzun uzun sohbet ettim. Doğrusu o ihlaslı yürekten dökülen incilere doyum olmuyordu. Lakin vakit hayli ilerlemişti. Doktorla vedalaşıp oradan ayrılırken:

---- Rabbim! diye dua ediyordum. Şehitler gibi yaşamayı ve bir şehit olarak katına yükselmeyi bana nasip et!