• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Son yıllarda Avrupa ülkelerinde polis teşkilatlarında, devlet kurumlarında ve geniş halk kesimlerinde etkisini artıran, gittikçe yaygınlaşan bir desteğe sahip olan ırkçı, faşist akımların baskı ve aşağılamalarından usanan yabancılar, göçmenler, Afrika ve Asya kökenli topluluklar sonunda isyan noktasına geldi. Irkçılığın, faşizmin, Nazizm’in en çok hissedildiği Fransa’da ezilenler sokaklara indi ve dinmeyen bir öfkeyle zalimlere nefret kusuyorlar.

Fransa sokaklarını savaş alanına çeviren, birçok Fransa kentinde iç savaş görüntülerine yol açan isyan dalgası birdenbire, kendiliğinden gelişmedi. Fransa’da uzun bir müddettir Nazizm’in ayak sesleri duyuluyordu. Fransız olmayan milyonlarca insan, özellikle Afrika kökenliler ve Müslümanlar ayırımcılığa uğruyorlar, birçok haktan mahrum bırakılıyorlar, bakım ve hizmetten yoksun gettolarda yoksulluğun her çeşidini yaşamak zorunda kalıyorlardı.

Bütün bu haksızlık ve ayırımcılığın, yoksulluğun ve işsizliğin üstüne faşist, ırkçı akımların etkisindeki yöneticilerden, yetkililerden azar işitiyorlar, aşağılanıyorlar, inançlarına ve yaşam tarzlarına yönelik yasaklara ve müdahalelere göğüs germek zorunda kalıyorlardı.

Özellikle 66,9 milyonluk Fransa’nın yaklaşık %10'una denk gelen 6 milyondan fazla Müslüman bu baskı ve zulümleri, faşist uygulamaları iliklerine kadar hissediyorlardı. Dediğim gibi, Fransa toplumu üzerinde etkisini gittikçe artıran faşist, Nazi kalıntısı akım ve gruplardan oy alma hırsıyla hareket eden ve zaten zihin yapıları da buna uygun olan Fransız yetkililer, cumhurbaşkanından belediye başkanına kadar sürekli Müslümanları aşağılıyorlar, Müslüman din adamlarını terörist ilan edip ya tutukluyor ya da sınır dışı ediyorlar, camilerin kapısına kilit vuruyorlardı. Müslüman kadınların tesettürlerine yönelik yasaklar okullardan devlet dairelerine kadar geniş bir alana yayılmış durumdaydı. Fransız yetkililer kameraların karşısında ülkelerinde yaşayan milyonlarca Müslümanın duygularını hiçe sayarak İslam’a dil uzatıyorlar, İslam ile terörizmi aynı kefeye koyuyorlardı.   

Kuşkusuz bütün bu olumsuzluklar karşısında sabreden Müslümanları ve diğer Afrika, Asya, Latin Amerika kökenlileri, göçmenleri, yabancıları isyan noktasına getiren şey polis şiddeti oldu. Faşist, ırkçı grupların kontrolünde olan Fransa Polis Teşkilatının yabancılara yönelik keyfi uygulamaları, tırmanan şiddet politikaları öfke patlamasına yol açtı. Öldürülen masum genç, taşmak üzere olan bardağı taşıran son damla oldu.

Halkın, özellikle yaygın polis şiddetinin kurbanları olan gençlerin isyanı, öfke patlaması karşısında öz eleştiri yapıp, yanlış uygulama ve politikalarından ötürü özür dilemesi gereken, yanlışlarını düzeltme sözü vermesi gereken Fransa hükümeti haklı protestolar karşısında daha büyük bir polis şiddetine başvurmayı tercih ediyor. Faşizan uygulamaları daha da sıkılaştırıyor. Eylemci gençlerin ailelerini hapis ve para cezasıyla, sınır dışı etmeyle tehdit ediyor. Karşısında donanımlı bir düşman ordusu varmış gibi ağır silahlarla, sınırsız ve orantısız bir şiddetle göstericilere müdahale ediyor.

Evet, sözde özgürlükler ülkesi olan Fransa’da Nazi rejiminin ayak sesleri geliyor. Bu ayak sesleri aslında tüm Avrupa’da, Amerika’da ve Batılı ülkelerde duyulmaya başladı.

Batı uygarlığı, yüzüne taktığı özgürlükler, insan hakları, demokrasi, adalet maskesinden çok çabuk bıktı. Çıkarlarını tehdit altında gören Avrupa, şimdiye kadar sözde tapındığı tüm değerlerini helvadan bir put gibi çekinmeden mideye indirmeye başladı.

Herhangi bir İslam ülkesinde, İran’da, Türkiye’de veya başka bir İslam coğrafyasında İslam’ı referans alan büyük kitlelerin taleplerini görmeyen ama küçük bir azınlığın, çoğu defa art niyetli ve dış destekli hoşnutsuzluğunu bahane edip insan hakları ve özgürlükler adına dünyayı vaveylaya veren Avrupa ülkelerinin Fransa’daki olaylar karşısında sağırları ve körleri oynaması, Batının ikiyüzlü, sahtekâr tavrını ispatlayan sayısız örnekten sadece biri olarak karşımızda duruyor!