Varlıklarıyla davalarına meşruiyet kazandıran insanlar
Bazı insanlar vardırlar ki onların varlığı halkın gözünde, toplumların gözünde mensup oldukları davayı, hareketi, camiayı meşrulaştırır. İnsanlar, falan kişi bu davaya mensupsa, bu davayı savunuyorsa, bu hareketin bir ferdiyse, bu camianın taraftarıysa, demek ki bu hareket, dava, camia haktır derler.
Varlıklarıyla davalarını meşrulaştıran, davaları etrafındaki sis perdelerini dağıtan insanlar genellikle vahiy geleneğinden gelen, Allah’la güçlü gönül bağlarına sahip fertlerdir.
Bu insanların söylem ve pratikleri uyum içindedir. Yapmadıkları şeyi söylemezler. Söylediklerini yaşarlar. Kamil bir ahlaka sahiptirler. Dürüsttürler, güvenilirdirler, mütevazidirler, nefsani hastalıklardan uzaktırlar. Kibir, gurur, bencillik, hırs, yalan, dünya peşinde koşma, nefse düşkünlük ve benzeri manevi hastalıklardan uzaktırlar. Cömerttirler, fedakârdırlar, inandıkları değerler uğruna çekinmeden bedel ödemeyi göze alırlar. Davaları için ölüme koşmaktan, ömürlerini zindanlarda geçirmekten, muhacerattan, yoksulluktan korkmazlar.
Dost-düşman herkes onlara saygı duyar, güvenir ve kabul etmeseler bile söylediklerine inanır. Bu insanlara en büyük örnek Peygamber Efendimizdir. Onun en azgın düşmanları bile onun her sözüne itimat eder, güvenir, ondan yalan sadır olmayacağını, emanete ihanet etmeyeceğini bilirlerdi. Onun derdinin dünya iktidarı, menfaat, şan şöhret, enaniyet olmadığını onunla savaş halinde olan müşrikler bile itiraf etmek zorunda kalırlardı. Mesela şirkin babası Ebu Cehil’in şu sözleri meşhurdur: “ Muhammed’in peygamber olduğunu biliyorum. Ama Mekke’de her şey Haşimoğullarının elinde. Peygamberlik de onların eline geçerse biz ne yaparız, imtiyazlarımızı nasıl koruruz?”
İnsanlık tarihi varlıklarıyla davalarını, mensup oldukları hareketleri halkın gözünde meşrulaştıran kâmil insanlarla, rabbani şahsiyetlerle, Allah adamlarıyla doludur. Peygamberler, veli kullar bu sınıftan insanlardır. Asrımızda da bu tür şahsiyetler, Allah adamları vardır. Şeyh Said, Üstad Bediüzzaman, İmam Humeyni, Şeyh Şamil, Nevvâb Safevî, Şeyh Ahmed Yasin, Abbas Musavi, Üstad Hasan El-Benna, Seyyid Kutup, Muhammed Bakır Es-Sadr, Şamil Basayev, Aliya İzzetbegoviç, Fethi Şikaki, Mustafa Çamran, Abdulaziz Rantisi bu şahsiyetlerden bazılarıdır.
Zindanın Piri Muhammed Şakir Ağabeyin otuz yıl sonra zindanın çıkışında coşkulu kalabalığa söylediği sözler, sergilediği göz yaşartıcı davranış bana bu camianın, Mustazaflar camiasının, bölgedeki İslami camianın da içerisinde varlıklarıyla davalarını, mensup oldukları hareketi meşrulaştıran, bu adam bunlarlaysa bunların yolu haktır dedirten nice Allah adamı olduğunu hatırlattı. Evet, Muhammed Şakir bu adamlardan biri.
Dünyevi anlamda gelecek bahşeden bir delikanlıyken girdiği zindanda çekmediği sıkıntı, görmediği işkence, uğramadığı haksızlık kalmayan, maddi olan her şeyden, dünyevi her türlü zevk ve rahatlıktan mahrum kalan bir adam. Otuz yıl sonra yaşlanmış, saçı sakalı bembeyaz kesilmiş, birçok hastalıkla boğuşur bir şekilde zindandan çıkan bir adam. Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle dünya namına hiçbir varlığa sahip olmayan ve hiçbir şey tatmamış bir adam. Ama söylediği sözlere bir bakın; “Değil otuz yıl, üç yüz yıl da olsa bu dava için zindan yatmaya değer”
Bu camianın haklılığının, hak taraftarlığının nşanelerinden olan sadece Muhammed Şakir Ağabey midir? Kesinlikle hayır… Bu camianın kırk yıllık mücadele tarihini araştıranlar Muhammed Şakir gibi nice Allah adamıyla karşılaşırlar. Varlıklarıyla davalarının meşruiyetini halkın gözünde ispatlayan nice azizlerle, yiğitlerle, insan-ı kâmillerle, iman ve ahlak abideleriyle, rabbani şahsiyetlerle, fedakârlık timsalleriyle karşılaşırlar…