Kudüs’te Bir Şehit Ahmet
Kudüs yeni bir güne merhaba derken Ahmet her zamanki gibi gülümseyerek uyandı. Hemen yatağını toparladı, temizliğini yapıp mutfağa indi. Annesi kahvaltı hazırlıyordu. Ahmet gülerek annesine sarılıp onu öptü. 15 yaşındaki Ahmet kendini bildi bileli her sabah uyanır uyanmaz yaptığı ilk iş annesine gördüğü yerde sarılıp onu öpmesiydi. Annesi de oğlunu öptü ama biraz buruk ve dalgındı. Kötü bir rüya görmüştü. Kâbus gibi rüyasında Ahmet’inin başına çok kötü şeylerin geldiğini görüyordu. Ahmet onun her şeyiydi. Siyonist israil’in zindanlarında şehit olan sevgili eşinin biricik yadigârıydı Ahmet.
Kocası şehit olduğu zaman daha yirmili yaşlardaydı ve evliliklerinin ilk yılıydı. Ahmet’e hamileydi o zamanlar. Kocası da evden çıkarken ona gülümsemiş ve bir daha geri dönmemişti. Ahmet’in doğumunu bile görmemişti. Mescid-i Aksa çıkışı Yahudi çetelerin alaylarıyla karşılaşmış, onlara karşılık verince de Siyonist polislerce herkesin gözleri önünde öldüresiye dövülmüş, sonra da gözaltına alınmıştı. Birkaç gün sonra da sevgili eşinin şehadet haberini almıştı.
Ahmet babasının adını almıştı ve annesinin biricik varlığıydı. O yüzden annesini çok seviyordu. Annesine çok düşkündü. Kahvaltıya otururken gülerek sordu:
— Anneciğim bu sabah pek havanda değilsin galiba, hayırdır?
Meryem Hanım yavrusuna endişeli bakışlarla baktı. Yutkunan bir sesle:
— Oğlum okuluna gelip giderken kimseye bulaşma, sana laf atsalar bile önemseme. Lütfen oğlum!
Ahmet annesine sarıldı.
— Her gün aynı sözleri söylüyorsun anneciğim. Bıkmadın mı? Dedi.
Meryem Hanım’ın gözleri doldu. Sevgili eşini hatırladı. Her zamanki gibi değildi bugün. Gördüğü rüya onu çok etkilemişti. Her tarafını hüzün sarmıştı. Titrek dudaklarından dualar dökülürken üzüntüyle konuştu.
— Bugün kendimi çok farklı hissediyorum. Sanki bir şeyler olacakmış gibi… Babanın dönmediği gün de böyle hislere kapılmıştım.
— Sakin ol anneciğim! Sadece okula gidip geleceğim.
Meryem Hanım, Ahmet’i kapıdan uğurlarken nasihat etmeyi de ihmal etmedi.
— Bak yavrum çok kötü günler geçiriyoruz. Yahudiler her yerde gördükleri Filistinlilere sataşıyorlar. Hakaret ediyorlar. Kudüs Filistinliler için güvensiz bir yer haline geldi. Siyonist devlet bütün sivil Yahudilere silahlanma çağrısı yaptı. O kadar küstahlaştılar ki askerler postallarıyla Mescid-i Aksa’ya girip o mübarek yeri yakıp yıkmaktan çekinmiyorlar. Yahudi kadın ve çocuklar bile birer çeteciye döndü.
Ahmet annesinin gözlerine üzüntüyle baktı. Yüzündeki gülümseme silindi.
— Bizim Allah’tan başka kimsemiz yok ne yazık ki anneciğim. İki milyarlık ümmet, İslâm düşmanlarını bırakıp silahlarını birbirine doğrultunca israil’e gün doğdu. Ümmetin ruhuna Fatiha oku anneciğim. Artık bu işe yaramaz ümmetten bize bir hayır gelmez.
Ahmet, Kudüs’ün dar sokaklarını hızlı hızlı geçip okuluna vardı. Filistinlilerin gittiği, Arapça eğitim veren bir liseydi bu. Ahmet ders boyunca annesini düşündü. Annesinin kaygısı ona da bulaşmıştı. Ama bu durumu çok uzun sürmedi. Allah’a tevekkül eden, şuurlu bir gençti çünkü o.
Okul dağılınca Ahmet aynı hızlı adımlarla evinin yolunu tuttu. Bir an önce annesinin yanına varmak istiyordu. Onu evde üzüntülü bıraktığı için aklı ondaydı.
Yolun yarısında, bir cadde kenarında Ahmet’i durduran bir olay yaşanıyordu. Çirkef suratlı, fahişe kılıklı bir Yahudi kadın, çocuk yaşındaki bir Filistinli kızcağızı bir köşede kıstırmış, sırıtarak ona bir şeyler gösteriyordu. Kızcağız da gösterilen şeye bakıp korkuyla ağlıyordu. Yaşanan durum Ahmet’e her tür tedbiri unutturdu. Hemen o yöne koştu. Gördüğü manzara göğsünü öfkeyle kabarttı.
Çirkef Yahudi kadın eline aldığı uzun bir bıçağı küçük Filistinli kızcağıza gösteriyor. Sonra da sırıtarak, “Sizi pis mahlûklar, hepinizi keseceğiz. Ya bu mukaddes topraklardan defolup gideceksiniz ya da hepinizi canlı canlı boğazlayacağız.” Diyordu.
Ahmet kızcağızın önüne geçip Yahudi kadına bağırdı:
— Küçük bir kızı korkutmaya utanmıyor musun? O daha küçük bir kız…
Sonra da kızcağızın ellerinden tutup oradan uzaklaşmaya çalıştı. Ancak Yahudi kadının onları rahat bırakmaya niyeti yoktu. Tüm gücüyle bağırarak onların arkasından koştu. Bir taraftan koşuyor bir taraftan da bağırıyordu:
— Pis, küstah Araplar, hepinizi kovacağız! Ya defolup gideceksiniz ya da hepiniz gebereceksiniz! Hiç kimse büyük israil’i kurmamıza engel olamayacak.
Kadının çığlıklarını duyan bir grup Siyonist o tarafa doğru koştu. Saçları örüklü, kipalı, çirkin suratlı Yahudiler Ahmet ve küçük kızın etrafını sardı. İçlerinde kadın, erkek, hatta çocuklar bile vardı. Hiçbir şey sormadan Ahmet’e ve gözleri korkudan büyümüş küçük kızcağıza vurmaya başladılar. Alçakça, insafsızca, vahşice vuruyorlardı. Ahmet ve küçük kızcağız yere düştü. Zavallı kızcağız acı içinde kıvranıyor, ağlayarak yardım istiyordu. Ahmet kendini küçük kızcağızın üstüne attı. Onu korumaya çalıştı.
Vahşi hayvanlar sürüsü gülerek, alaylar eşliğinde iki çocuğu dövüyorlardı. O kadar kendilerinden geçmiş ve kudurmuşlardı ki çocukların acı içindeki feryatlarını duymuyorlardı bile. Ha bire vuruyorlardı. Durmak bilmeden. Öldüresiye…
Sonunda polisler geldi. Olay yerini çembere aldılar. Saldırgan Yahudileri oradan uzaklaştırdılar. Sadece o kadar. Onlara bağırmadılar bile. Hatta bazı Siyonist polisler kindar bakışlarla yerde kanlar içinde yatan yaralı çocuklara tekme atıp onlara küfretmekten geri durmuyordu.
Ambulans geldi. Yerde acılar içinde kıvranan, yalvaran bakışlarla yardım isteyen çocukları almak istedi. Siyonist polisler ambulansa izin vermedi. Filistinli çocuklar Yahudi alçakların alaylı sözleri arasında kan kaybede kaybede, can çekişe çekişe yüce yaratıcıya ruhlarını teslim ettiler.