Ne Kadar Çok Konuşacağımız Şey Var?
İslam kültür dünyasının büyük kalemlerinden merhum Ali Şeriati’nin ilgi çekici, düşündürücü bir sözü var. “Konuşacağımız çok şey var, daha yeni konuşmaya başladık!” diyor Şehit Şeriati…
Gerçekten de biz Müslümanların o kadar çok derdi, çözülmeyi bekleyen o kadar çok sorunu, konuşulacak o kadar çok meselesi var ki ben ne zaman kalemi elime alsam acaba bugün ne yazayım diye düşünüyorum. Aynı anda onlarca konu kafama üşüşüyor. Bazen kalemi elime almaya cesaret edemiyorum. Yazsam ne olacak sanki diye düşünüyorum. Hep yazıyorum, çiziyorum, bağırıp çağırıyorum ama değişen bir şey yok diye hayıflanıyorum.
Mesela bu yazıya otururken neyi gündeme getireyim acaba diye düşündüm. Ümmetin derdine derman olacak cesur haberlere imza atan, ümmetin vahdeti, Müslümanların bilinç düzeylerinin yükselmesi için fedakârca didinen İLKHA’ya baktım önce. Kıt imkânlarına rağmen sadece ülkemizde değil, en uzak diyarlara kadar gidip mazlumların sesi olmaya çalışan bu haber ajansı gerçekten bizim için bir şans. Ümmetin sesi olmayı başaran bu değerli ajansın haberleri arasında dolaştım. Sonra gazetemizin değerli sitesine baktım bir müddet. Doğruhaber gerçekten doğru habere ulaşmak isteyenler için bir başvuru kaynağı. Sonra diğer haber kaynaklarını gözden geçirdim.
Daha önce de kafamda bir sürü konu vardı. İLKHA ve Doğruhaber sitesine baktıktan sonra zihnimdeki karmaşa daha da arttı. Ne yazsam acaba? Neyi yazsam okuyucuya artı bir değer katacağım. Olumlu yönde yararlı olacağım.
Bizden, genç nesillerden bir bir çalınan değerlerimizi mi… Bayramlarımızın bizden nasıl çalındığından mı bahsetsem? Gerçekten artık bayramlarımız bayram olmaktan çıktı. Bayramlardaki o sevinç, manevi hava, sabahın erken saatlerinde ziyaretçi akınına uğrayan evlerdeki o coşku yerini tatil heyecanına bıraktı. Bayramlar gelip geçiyor çoğu kapı kendisine açılacağı bir bayram ziyaretçisine, hatta şeker toplayacak çocuk sesine hasret. Gizli bir el dini değerlerimizi, dini bayram ve geleneklerimizi bir bir aramızdan alıp götürüyor, lakin farkına bile varamıyoruz.
Yoksa kitapla aramızdaki derin uçurumun her geçen gün artmasından, okumayan, bilinçsiz, kaygısız, ümmetin sorunlarına ilgisiz, lümpen bir gençliğe mahkum olmanın yol açacağı musibet ve felaketlerin tamirinin zor olacağı konusundaki endişelerimden mi bahsedeyim?
Ya da evlerimizde bile bizleri artık esir alan televizyon, sosyal medya, internet, cep telefonu gibi çağdaş zincirlerin köleliğimizi katmerleştirdiği, aile mefhumunu yok ettiği, aile bireylerini birbirlerine yabancılaştırdığı gerçeği konusunda mı hayıflanayım?
En iyisi siyasi meselelere girmek… Ümmetin dertlerine parmak basmak, acılarını paylaşmak, emperyalist şarlatanlara bağırıp çağırmak… Mezhepçi, ırkçı, ulusalcı, vahdet ve uhuvvet düşmanı, işleri güçleri ümmetin aralarındaki sorunları, sıkıntılı meseleleri kaşıyıp kanatan, sağa sola çamur atan ahmakları deşifre edip ümmet evlatlarını onlara karşı uyarmak…
Bence en iyisi her geçen gün pervasızlaşan, israil’den çok israil’ci, Amerika’dan çok Amerikan’cı, İngiliz beslemesi hain Suud hanedanının kirli çamaşırlarını orta yere sermek. İslam âlimlerini, özgür düşünceli aydınları, en ufak bir muhalefet girişiminde bulunan vatandaşlarını acımasızca katleden Mekke ve Medine işgalcisi bu rejimin on üç yaşındaki masum bir yavruyu idama hazırlanmasını gündeme taşımak…
Ya Arakan, orada süren alçakça soykırım, feryatları arşı tutan İslam topraklarının mazlum halkları… Ve daha birçok konu…
Ne kadar konuşulacak şeyimiz var değil mi aziz okuyucular? Bir dokun bin ah işit! Ama konuşmalıyız… Konuşmalıyız ki zihinlerimiz sorunlarımızla meşgul olsun. Konuşmalıyız ki yüreklerimiz kanasın, acılarımız vicdanlarımızı harekete geçirsin. Evet konuşmalıyız. Uyuyan kardeşimiz kalmayıncaya kadar…