• DOLAR 34.575
  • EURO 36.215
  • ALTIN 2964.767
  • ...

Gidişini isteyenler, sadece ortalıkta arz-ı endam edenler mi yoksa onların siyasetteki uzantıları mı. Görevini bırak demenin gerekçesi, Kutlu Doğum Etkinlikleri üzerinden yürütülen polemik mi, yoksa kurum içi bürokrasi mi? Bahsedildiği gibi kendisi için öngörülen başka bir görev var mı? Gerçekten o kadar çok soru var ki.

Mesela onu görevden alan irade neyi sorun etti? Sahada fazlaca yer almasını mı, diyaneti devletin rejimini koruma sübabı ve soğuk bir yönlendirme teşkilatı olmaktan kurtarma çabasını mı, diyanet özerk olsun talebini mi, camileri en azından açık tutmasını mı, çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar camiden çıkarılmasın deyişini mi, hutbelere seviye kazandırmasını mı, bir aktivist gibi hareket ederek zaman ve zemini gözetip acıları teselli etmesini mi, diğerlerinin aksine Kitab`ın ortasından konuşmasını mı, Arafat`ta vakfede yaptığı dualarla bir takım dua tüccarlarının sesini kısmasını mı, hurafelerden geçinen jelatinli hocaların ekmeğine mani olmasını mı, bir iki şarlatan dışında her kesimden sempati kazanmasını mı, İran ziyaretinde mezhebe filan takılmayıp oradaki cemaatle namaz kılmasını mı veya mezhep, meşrep üstü kardeşlik vurgusunu mu?

Evet şu emekli olma/görevden alma ile ilgili muamma neyse açık ve net biçimde izah edilmeli. Yoksa birileri kalkar, ‘Mescid-i Aksa`da namaz kıldırdı, Arapça hutbe okudu. İşgal rejimi de Mavi Marmara Mahkemesinde olduğu gibi bir jest daha istedi` türünden abuk subuk yorumlara gidebilir.

Ya da ‘darbenin önlenmesinde Sayın Görmez`in o gece imamlara gönderdiği talimat çok etkili oldu. Küresel güçler, Türkiye`yi iyice sıkıştırıyorlar, ilişkilerin normalleşmesi için iki kurban istiyorlardı, birincisini aldılar sıra ikincisinde` tarzında duyar kasanların replikleri bitmez.

Şimdi onun gidişine düğün bayram sevinen hokkabazlarla bir seçime girseler, sandıktan kim çıkar, diye sormaya gerek yok. Tıpkı koltuğunda zıplayarak kendi ocağına ateşler salanlarla, kalbinden yazısına taş getirenlerin aldıkları bedduanın niteliğini sual etmeye hacet olmadığı gibi.

Malumdur, inançla ilgili baskıların bir kısmı hafifletildi diye normal bir İslam ülkesi haline gelmiş değiliz. Devletin dine istediği gibi müdahale ettiği halde, dinin devlete kesinlikle karışamadığı garip bir memleketteyiz.

Telafi edilmemiş, hafızalardan silinmemiş öyle zulümlerle avare olmuşuz ki, hilafet, şeriat, tarikat, medrese, meşayih, ulema, dil, tarih, kültür kısaca koca bir medeniyeti idam etmişler, sonra elde kalanlarla avunurken bulduğumuzla sevinmişiz.

Hele feleğini şaşırmış yaşlı amcanın bastonunu şöyle yere bir iki vurup, ‘öyle ya camilerimizde ezan okunuyor, daha ne istiyoruz, şükretmek lazım` deyişi yok mu.

Ya da yaşlı ninenin ‘ah oğlum ah, rahmetlik Menderes, ezanı arapça okuttu ya, hepimiz avludan dışarı fırladık..` diye bahsederken gözyaşlarını örtüsü ile silişi yok mu..

Ne bileyim, sekerat halindeyken, torunu geldiği zaman, gözleri gülen dedenin sevincini tabir etmek belki israftır ama hal-i pür melalimiz biraz öyle..  

Şimdilerde o sekerat da bitti. Artık neyi ne için isteyeceğini unutmuş bir diyarın ölü sakinleri gibiyiz.. İstemek; nasıl, ne zaman, ne kadar, kimden..?

O zaman, bıraksaydınız, mihrapta çocuğun elini öpen bir Diyanet Reisinin fotoğrafı bize tebessüm için yeterdi.

Suriyeli mazlum kadınla çocuğunun cenazesinde gözyaşlarıyla ‘biz ne zaman bu hale geldik` diye feryad eden bir Hocanın sözleri heyecan için bize yeterdi.

Dedik ya, yüz yıl önce bizden ne aldılarsa, hepsi bir yana, bırakın bari bir Temmuz gecesi, Allah Allah nidaları ile cepheye koşar gibi, camilerden duyduğumuz sala`lar bizim olsun, biz onlarla da seviniriz, teselli olur ve doğruluruz.

Rejimi, sistemi, derdi her neyse devlet dediğiniz şey, dursun bir kenarda, ve uyusun alimlerimiz meçhul mezarlarında ama bari bırakın sıcak yüzlere dönelim yüzümüzü..

Bize bizi unutturdunuz beyim, bırakın da bir çift söz, bir asil duruşa sevinelim olur mu?