• DOLAR 34.416
  • EURO 36.319
  • ALTIN 2842.91
  • ...

İki dünya savaşında da yaşanan felaketler, nasıl bir çok sosyal ve coğrafi dokuyu değiştirmişse, onbinlerce insanın atom bombasıyla ölümü, Japonyayı kısa süre sonra nasıl teknoloji devi yapmışsa, Osmanlının son dönemlerinde bir milyona yakın askerini –ki yüzbin askerini bir gecede Sarıkamış`ta, üçyüzbin askerini birkaç ayda Çanakkale`de- kaybetmesi bölgede en keskin dönüşüm ve değişime yol açmışsa, yirmi binden fazla insanın kırk beş saniyede öldüğü Gölcük depremi de,Türkiye`deki değişimi

 

tetiklemiştir.Yani yer altındaki fayların kırılması, nasıl ki bir çok fay hattını da harekete geçirerek, mesela birkaç ay sonra Düzce depremini getirmişse ve hala etkileri bekleniyorsa, yerüstünde de kırılmalara, hareketlenmelere yol açmıştır.

Resmi rakamlara göre en fazla kaybın verildiği deprem, 26 Aralık 1939`daki Erzincan depremidir. Bu tarihlerden birkaç yıl sonradır ki, şimdilerde 88.yılı dedikleri cumhuriyetin gereği olan çok parti konuşulur olmuştur. İşin ilginç yanı cumhuriyetin fiiliyata geçtiği 1946 yılına kadar, ardı ardına büyük kayıpların yaşandığı dört depremin yaşanmış olmasıdır.

Dünyayı döndüren, karbon, oksijen, azottan tutun, basınç ve sıcaklık dengesine kadar hayatın devamı için zorunlu olan binlerce sistemi hassas ölçülerde tutan ilahi güç; depremin, selin, fırtınanın, yangının, salgının, haşeratın, savaşların yani bilumum felaketlerin Rabbi olduğu gibi değişimin, dönüşümün,  anlayışların da Rabbidir. Bize malum olmayan ve binlerce hikmeti, dersi, faydayı ve gayeyi barındıran meşieti  gereği, depremle yeri sallarken aynı zamanda kalpleri,akılları, ruhları ve vicdanları da sallar.

Üstadın dediği gibi insan olarak, yeryüzünün en aciz ve en fakir varlığıyız. Sahip olmak için çabaladığımız her nimet, her madde, her araç, her teknoloji bizim acizliğimizi ve muhtaçlığımızı daha da artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu gerçeği daha fazla unutturuyor. Asıl gücün,  asıl zenginliğin güçsüzlüğümüzü ve muhtaçlığımızı Allah`a arzetmekte olduğunu idrak ettirmenin başka yolu yoksa, Sünnetullah, bir yerlerde ölümleri aynı zaman ve mekanda cemederek, gücümüzün göstergesi zannettiğimiz araçlarla takdirinin kazasını teşhir ediyor. Ancak kalplerin veya bilinçlerin fay hattı da tam o kaza ile kırılmış oluyor.

Acılar bir anda büyüyünce, fikirler, himmetler, hedefler ve kanaatler de bir anda büyümeye başlıyor. Kaybettiğini geri getirememek ve düşünce tekrar kaldırılmak insana acizliğini, muhtaçlığını en büyük pontu ile okuturken aslında bunu yaşayanlar üzerinden, izleyen her vicdanda da artçı okumalar şeklinde yaptırıyor.

Deprem, adı üzerinde komple bir yıkım değil, sarsıntıdır. “.. Onlar öyle darlıklara ve zorluklara uğradılar ve öylesine sarsıldılar ki, peygamber ve onunla beraber iman edenler, ‘Allah`ın yardımı ne zaman?` diyecek hale geldiler. Haberiniz olsun, Allah`ın yardımı yakındır.” (Bakara: 214) ayet-i kerimesi de, bir yönüyle sadedinde olduğumuz hakikate işaret eder. Gölcükten sonra sosyal ve kültürel alanda yaşanan şaşırtıcı değişim, son depremle de hız kazanacaktır. 1946 yılına kadar toplumun aklından geçirmeye dahi korktuğu ikinci bir partinin kurulması ne kadar şaşırtıcı gelmişse ,bu değişimle birlikte, hala insanların açıktan eleştirmeye bile korktukları ulu ölülerin(!) yaptıkları da, tartışılacak ve ortaya dökülen gerçekler için vicdanlar hükmünü verecektir.