• DOLAR 34.591
  • EURO 36.405
  • ALTIN 2984.912
  • ...

Ahmet Davutoğlu neden görevden alındı sorusu üzerine bir çok spekülasyon var ve bunlar farklı amaçlar için üretilmeye devam edecektir.

İngilizlerin siyasetine destek olduğu için mi görevden alındı? Reza Zerrab için ABD`ye ödenecek tutara karşı çıktığı için mi görevden alındı?  Erdoğan`ın gücünü ve konumunu göz ardı ettiği için ve parti teşkilatını kendi eline geçirmeye çalıştığı için mi? Seçim sonuçları başta olmak üzere bir takım başarılı icraatları kendinden gördüğü, bunun da Erdoğan`ın başkanlığına giden yolu riske attığı için mi? Danışmanlarının ve yakın adamlarının Davutoğlu`nu, Erdoğan`ın yerine hazırladıkları ortaya çıktığı için mi?

Yakın zamanda bunlara birçok yeni sebepler eklenecektir ama jet hızıyla yapılan hükümet değişikliği yakın zamanda referanduma sunulacak başkanlık sistemine geçiş aşamalarından en önemlisiydi denilebilir.

Başkanlık sisteminin detayları henüz netleşmemiş olsa da, merkez sağ ve merkez sol diye eskiden beri telaffuz edilen iki kutuplu bir dengenin gözetildiği anlaşılmaktadır. Ak parti, şu anda milliyetçi eğilimlerin de kendisine aktığı sağ muhafazakar bir bloğa dönüşürken, Chp ise marjinal uçlar da dahil tüm sol kesimlerin biricik adresi olma yolundadır.

Bunun dışında baraj altında kalacak olan partiler için de bu iki bloktan birisi ile birlikte hareket ettiklerinde temsiliyetleri mümkün olacakmış gibi bir projenin hedeflendiği de ortadadır. MHP, en güçlü olması gereken bir zamanda en zor günlerini yaşamaktadır. MHP`nin mevcut yönetimi, başkanlık sistemine desteğini açıklamadığı sürece, kendi içindeki muhaliflerle sorun yaşamaya devam edecektir.

israille varılmak üzere olunan anlaşmayı saymazsak özellikle Erdoğan`ın AB ve ABD`yi rahatsız eden bir takım inatçı söylemlerine karşı kısa vadede alternatif bir seçenek yoktur. Dolayısıyla pek hoşuna gitmese de AB ve ABD, şu anda bu hükümetle çalışmak zorundadır ve nazını, kahrını, aykırı tutumunu sineye çekmek zorundadır.

Ancak alternatif gelişinceye kadar da içerde ve dışarda aktifleştirdiği kozlarını sonuna kadar elinde tutmaya devam edecektir. Bu arada, geniş ölçekte Daeş`in yerine Pyd`nin getirilmesi konusunda tüm dünyayı ikna eden ABD`nin, Türkiye`yi de bu konuda ikna etmesi an meselesidir.

Bunun için şu üç şartın gerekleri yerine getirildiğinde Türkiye`nin buna evet demesi uzak bir ihtimal değildir. Birincisi; Silahlı unsurların tamamen Türkiye`yi terk etmesi, AB`nin mültecilerle ve vize ile ilgili sözlerini yerine getirmesi, diğeri de Pyd`nin sönük bir hüviyetle var olması.

Dokunulmazlıkların kaldırılması da devletin eline ciddi bir kart vermiştir. Bu kartın öyle rasgele oynanmayacağı aşikârdır ki, bugünden sonra dokunulacak vekillerin söz ve tavırlarındaki u dönüşleri kendini çok belli edecektir.

Öz yönetim ilanları ve kazılan çukurlardan sonra her ne kadar ciddi kayıplar da verse devlet, bölgedeki otoritesini eskisinden daha ileri bir düzeye taşımıştır. Yaşanan süreçte HDP`nin çok pasif ve başarısız siyaseti de bunda etkili olmuştur.

Konumunu, kazanan güce göre ayarlayan bölge halkı için artık ya Mahabad sonrasına benzer bir sessiz boyun eğmeden söz edilecek ya da kendi köklerine dönerek tarihten bugüne varlığının dayanağı olan değerlerine sarılıp güçlenerek farklı bir temsiliyetle yoluna devam edecektir.

Çatışmaların çok yoğun olduğu bir hengâmede, devletin geri adım atacağını beklemek birilerinin ham hayali olsa da halihazırdaki reel politik, buna müsaade etmeyecektir.

Bunun da tek bir sonucu olacaktır. Dağdan şehre inerek halkın huzurunu, fantezilerine kurban edenler, ABD`nin Rojawa`da kendileri için hazırladığı makamlara teşrif edeceklerdir. Dediğimiz gibi buna da Türkiye`nin hayır dememesi için batının çabaları devam etmektedir.