Sualsiz acılar, sahipsiz cevaplar
Çaresizliğin labirent kıvrımlarında ve geçim derdinin boş bıraktığı alanda, elinden alınan imanını bilinçli, bilinçsiz arayarak ömür törpüleyen bir toplumun doğusunda, batısında acılar sualsiz, cevaplar sahipsiz. Öyle sahipsiz ki, ne için, kimin adına, ne halde, nereye gibi soruların sessiz yankısını yutkundukça, unutmak ve yeni hale alışmak ne kadar sürer? sorularına çözüm aramaktan başka her şey anlık ve boş, bomboş.
“Padişahım çok yaşa” sesi ile feryatların bastırıldığı zamanlarda dünya, kerpiç evler ve beslenen inek ve keçiden ibaretti. Hayat ile ölüm arasında bugünkü gibi zevk duvarları değil, bir iki katık vardı. Ama acılara sual de vardı cevap da. Hem yaralı ne varsa, inanın sahipsiz değildi bugünkü kadar. Hakikatte sahipsizlik yoktur ve kimsesi olmayanın kimsesi Allah`tır Amenna. Ama bütün hakikatleri unutturma üzerine zorlanan bir sistemde ateşin düştüğü yeri yakmadığını söylemek ne kadar da zor.
İslam kardeşliği ne muazzam bir hakikatti(r). Hangi aşiret, hangi millet ve hangi ırktan olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, hangi geleneğe, hangi kültüre sahip olursa olsun, aynı imanda, aynı İslamda, aynı ibadette, aynı kitapta, aynı Peygamber`de(sav), aynı duada, aynı gelecekte biraraya getiren o muazzam çeşitlilik, zenginlik, desenlilik, tamamlayıcılık hakikatini değersiz, basit, geri ve eski görüp, onun yerine zorla milliyetçiliği tesis edenler, bugün hala ağlanası hallere gülünesi çözüm lafları etmekte diretiyorlar.
Hakikatlere ne kadar direnebilirsiniz? Ölümü öldürebilir misiniz? Dünyayı durdurabilir misiniz?
İki kere ikiyi beş yapabilir misiniz? Kardeşlik ancak İmanla mümkünse, siz bunu başka hangi düzenle, hangi fikir veya felsefeyle yapacak sınız?
Değiştirilmesi teklif dahi edilemez denilen maddeler, aslında yerçekimi gibi değiştirilmesi mümkün olmayan hakikatlere açılmış bir savaştı.
Bu savaşı şimdiye kadar kazanan hiç olmadı. Çünkü değiştirilmesi imkansız olan hakikatler Allah`ındır ve “Allah da emrinde galip olandır” (Yusuf 21)
İnsanoğlu, madde ile ilgili hakikatleri keşfettikçe takdir gördü, faydalı oldu. Ancak manevi hakikatler Kuran ve Sünnet olarak hazır sunulduğu halde bırakın keşfetmeyi, kör, sağır ve hasım kesildikçe zarar gördü, zarar verdi.
Sadece İslam kardeşliği değil, ilim, iffet, edep, ahlak, hak, hukuk gibi bir çok olgu Allah-ü Teala`nın belirlediği hakikatlerdir. Doğum ve ölüm gerçeğini Allah-ü Teala ne için belirlemişse, toplumları ilgilendiren gerçekleri de onun için belirlemiştir.
Bugün uyuşturucuya, ahlaksız beraberliklere müptela olan gençlerin sayısı artıyorsa, bunda,İslamın mesela başörtüsü gerçeğine, içki ve zinayı yasaklama gerçeğine karşı yıllarca sürdürülen savaşın payı yok mudur?
İslamın örnek ailesinden, model şahsiyetlerinden habersiz olduğu için yaşanan aile facialarına hergün yenileri ekleniyorsa, bunda İslamın mahremiyet gerçeğine açılan savaşın payı yok mudur?
Gerçekler, ne kurşunla ne bomba ile ne de gözyaşı ile değişir.
Her şeyi güçle, kanla, yıkımla halledeceğine inananlar, neden bir kere olsun dönüp; İslam ne der?, Kuran ne der?, Rasulullah(sav) ne der?, diye sormazlar. İslam düşmanlarının dırdırından korktukları kadar, neden ikab-ı İlahiden korkmazlar?
Afrikada bir bebeğin ölümüne çaresizce seyirci olmak ne kadar acı ise, İslamı elinden alınan sahipsiz yığınların anlam yoksulluğuna şahit olmak da o kadar acı olsa gerek.