• DOLAR 34.607
  • EURO 36.276
  • ALTIN 2983.003
  • ...

2002 yılının yine böyle Mart ayının ilk haftasında Ecevit, dil sürçmesiyle; “Biz bölgemizde barış değil savaş istiyoruz” demişti. Diyarbakır`da iki gün önce ısrarla ve tekrarla yapılan çağrılara icabet eden mini eylemci grubu da, aynı sloganı seçmişti ama tabi ki dil sürçmesi filan değildi. Çünkü onlarca kişi aynı ağızdan haykırdılar: “Biz barış istemiyoruz, cenk istiyoruz.”

Daha geçen hafta çukur planının arkasında duran biri, Cizre için; “Ağır bir bilanço oldu. Bu düzeyde saldırı beklemiyorduk, yanılmışız, hata yapmışız” demeseydi ya da bu sözler üzerine halkı sokağa çağıran parti temsilcileri; “abluka kalkarsa hendek ve barikatlar da kalkar” demeseydi, hani ‘barış değil de cenk istiyoruz` repliği belki ciddiye alınabilirdi.

Yakın tarih uçuk, absürd ve despotik hevesleriyle devasa katliamlara, kayıplara ve maddi manevi yıkımlara sebep olan nice komutan ve liderlerle doludur. Ama bunlar bir şekilde önceki halklardan miras kalması yönüyle meşruiyyet arz eden devlet aygıtına dayanıyorlardı. Mesela parti konuşmalarında kendisini, otuz iki dişini göstermeden alkışlayan delegeleri bile öldürten Stalin, yirmi milyondan fazla yurttaşını katlederken Sovyet devletinin güya kendisine verdiği yetkilere dayanıyordu.

Bir de yeni moda, kerameti kendinden menkul sözde şeyhler gibi işi, sonunda ‘pardon şunu düşünmemişiz` deyip geçiştirecek kadar basit gören usta sihirbazlar var. ‘Haydi bize çukurun önünde destek verin, sokağa çıkın ses verin, bizi hedef alanlara tepki verin` diye bas bas bağırdıkları halde, halk bir türlü kendilerine yüz vermezken milyonlarca insanın canını ve malını adeta ateşe atanların hiçbir yargılamaya filan maruz kalmadan fütursuzca sürdürdükleri bir oyundan söz ediyoruz.

Önceleri hep dış güçleri, meşruiyyet pompalamakla suçlarken çözüm sürecinde bizzat devletlülerin hediye ettiği suni meşruiyyet kılıfına dayanarak yoluna devam eden ve sırtını dayadığı sınır ötesindeki evladına çok aşırı güvenmekten kaynaklı maceralarla halkı perişan eden bir ucube varlıktan bahsediyoruz.

Hiçbir istihbarat ağına sahip olmadığı için(!) ve Ortadoğu dediği coğrafyaya ilk defa geldiği için(!) ‘Daeş`e karşı savaşanlarla bunlar birbirinin devamı değil` diyen büyük şeytana karşı, adeta ‘abi ayıp oluyor` modunda triplerle, Moskova`da daha geçen yıl bile, ‘sayın ve kıymetli ada sakini` kabul edilen zatın posteri önünde temsilcilik açılması ile beraber, ‘komşu gazını alayım sakin ol` kıvamındaki med-cezir siyaseti arasına sıkışmış bir zavallı dış politikanın da malum cenk severlere ne denli yaradığı ortada.

Hani son nefesine kadar devletine hizmetten geri durmamış Demirel vardı ya.  Şu nam-ı diğer, darda olanların ‘Çoban Sülüsü`, zorda kalanların ‘Kurtarıcı babası`, kapıdan kovulduğu halde bacadan geri gelen siyaset cambazı…  Bugün, seküler masonik çizgide onu kendine örnek alan ve beyin kıvrımlarında ‘dün dündür bugün bugündür` yazan, yalana, çıkara, menfaate dayalı siyasetçilerin; sürekli aldatıp perişan ettikleri halkın karşısına geçip; ‘Tamam belki çok kayıp verildi. Ama ne zaman oldu bütün bunlar? dün. Eee dün geçti şimdi bugüne bakmak lazım. Sonuçta öyle ya da böyle illa ki bir şekilde taziye çadırı kurulacaktı. Hem ölenlerin her biri artık birer Demirci Kawa  ve birer özgürlük yıldızı oldular. Şimdi siyaseten cenk dediğimiz barışa giden yolda geleceğimizi aydınlatıyorlar` sözleri etkili olmaz mı? Hem daha ne efsunlu kelimeler var, düğümler üzerine üfledikleri…

Dolayısıyla Demirel`in her katıldığı seçimde aynı oyları tekrar almayı nasıl başardığının sırrı da sanırım birilerince iyi çözülmüş oluyor. Şimdi ‘Bu şarkı burada biter` diyenler yakında yanıldığını görecekler. Evet, yakında ‘başkanlık` diye bir Pazar kurulacak. Bugün çukur siyasetinin mimarı olup saray filan edebiyatıyla esip gürleyenler, yarın bir iki ufak iltifatla ve mehter takımı gibi iki adım ileri bir adım geri taktiği ile yola devam edecekler. Gâh adaya, gâh ABD`ye mekik dokuyacaklar.

Ve ellerinde yine ‘görülmüştür` damgalı mektupları okuyacaklar Nevruz hediyesi niyetine: ‘Kim barış değil de cenk istiyorsa dili sürçmüştür, biz hep barış demeye devam edeceğiz...`

Bu arada varlığının yegâne meşru dayanağı olan dini elinden alınan zavallı halk ise, özgürlük türküleriyle macera arayan yerli yabancı kahramanların(!) her gelişinde yine şehir dışındaki akrabasının zorunlu misafiri olacak ve ‘ekmeğim aşım, ağrısız başım` diye düşünürken bol bol Fatiha okumaya devam edecek taziye çadırlarında…