• DOLAR 34.61
  • EURO 36.376
  • ALTIN 2928.715
  • ...

Seçimler gelse de, gidişat iyi değil. Bir taraf söylediği yalanlara, işlediği cinayetlere, ihanetlere, İslam düşmanlığına, zulüm ve nice eziyetlere kendince bir halkın bağımsızlık mücadelesi diyor.  Diğer taraf ise kısaca ben devletim diyor. Halkın çoğunluğu ise sahada kendisini PKK`nın etkisine yakın görürken, resmiyette ve hizmet alımında ise devletin gölgesinde olması gerektiğini düşünüyor. Dolayısıyla bu durum ortaya bol paradokslu ve çetrefilli bir sonuç çıkarıyor.

Halk üzerine ciddi hesapları olan bir takım kanaat sahiplerinin “bizim de devletimiz olsaydı ..” diye başlayan ifadeleri, iki tarafın bilinçli bilinçsiz çabalarıyla ötekileştirdiği zihinlere ulaştıkça, cazibeli ve mantık örüntülü cümleler haline getiriliyor ve sürekli güncellenen manifestoya dönüşüyor.

Öte yandan bahsettiğimiz menfi kanaat sahiplerinin dünya tarihindeki tüm halk hareketlerini, propaganda faaliyetlerini, örgütlü yapıları, bağımsızlık öykülerini, ihtilal ve devrimleri sürekli kadrolarına ders olarak okuttukları da herkesin malumudur. Öyle ki, dağdakilerin asıl silahı, ellerindeki keleş veya bombalar değil, yerinde ve zamanında ustaca ürettikleri sloganlar, izahlar ve analitik tespitlerdir.

Geçen yıl, ücreti, otobüs biletinden daha ucuz olan ve o gün yarım saat rötar yapan Diyarbakır uçağındaki bazı yolcuların, çevrelerindekine duyuracak biçimde, ‘Diyarbakır uçağı olduğu için böyle geciktiriyorlar` şeklindeki konuşmalarına şahit olunca, tahripçi algı mühendislerinin gücü karşısında halkın ne kadar zayıf ve çaresiz olduğuna sayısız örnek verilebileceğini gördüm.

Ortada peşin ve açık maddi menfaat olmadığı halde, peş peşe can verenlerin olduğu bir fikriyat batıl dahi olsa, duyguları son derece kırılgan olan kitle üzerinde ciddi bir inandırıcılık oluşturmaktadır. O yüzden güvenlik güçlerinin, ‘etkisiz hale getirildi` dedikleri, karşı yamaçta öyle etkisiz halde yankılanmıyor.

Çünkü devlet tarafındaki cenazeler ile karşı tarafın cenazelerinde ortaya çıkan travma, simetriktir. Her canın takılı olduğu bir anne yüreği gerçeğini de, öyle eylem, terörist, kandırılmış, hain gibi tanımlamalarla değiştiremiyorsunuz. Bölge halkının aile başına düşen nüfus yoğunluğu da dikkate alınırsa, devletin sadece rakamlarla saydığı o ölülerin taziye sahipleri tarafından başka şekilde sayılacağı da ayrı bir vakıadır.

Google`ın, ‘aya en kolay nasıl gidilir` sorusuna doğru cevap verene 30 milyar dolar vadettiği ödülün ardından, geçenlerde Kanada merkezli bir vakıf da, karbondioksit salınımı ile ilgili bir soruyu bilene, 20 milyar euro vereceğini duyurdu. Aslında Türkiye`de de, öyle ‘filan lideri getirene şu kadar para` demek yerine bir yarışma başlatmalı ve ‘böyle karmaşık bir sorunun en kolay ve gerçekçi çözümünü bulana işte şu kadar ödül` demelidir. Sanki tereyağından kıl çeker gibi kolay olacak diye lanse ettikleri çözüm sürecinde konuşulanların öyle basit olmadığını, hükümetteki siyasiler dışında herkes biliyordu ama bu yalan uyku ile gelen tatlı rüyadan da kimse uyanmak istemiyordu.

Evet problem şöyle sorulabilir: “Ortada doksan küsur yıldır bir halkın kimliğini reddeden bir rejim ve bu rejimin hükmettiği bin yıldır beraber yaşayıp kaynaşmış aynı dine mensup halklar var. Otuz yıldır da dıştan her türlü desteğe açık marksist bir örgütün güya halk adına yürüttüğü ve gücünü sadece silahtan alan kimi faaliyetleri var. Bu halk, her türlü baskı ve hak ihlalinden en kolay nasıl kurtulur?”

Doğru cevap verene ise, öyle uçuk paralardan söz etmeye gerek yok. Mesela Şemdinli`de köylünün candan öte sunduğu bir tutam kadirşinaslık, Batman`da aynı safta namaz kıldığı kardeşinin selamı, Çanakkale`de yan yana gömülü olduğu tarihin ruhundan bir hayat esintisi. Ve belki de en önemlisi, Türkçe konuşamayan Şirnak`lı Zeliha ananın yüreğinde saklı şefkat iksirinden ab-ı hayat şebnemi. Ve Muş`lu Xalê Heci`nin duası;  ‘Xwedê canekî xweş bide te`. (Allah sana güzel bir can versin)

Yukardaki sorunun cevabını bilmeyen nerdeyse yok. Ama İmam Rabbani hazretlerinin formüle ettiği gibi, kurtuluş için bilmek yetmiyor. Amel ve ihlas da gerekiyor. Tarafların amelinin kıblesi de ortada. İhlas yani samimiyet ise, maalesef zindanlarda ve mahkum.

Elhasıl, Allah bir dert vermişse mutlaka derman da vermiştir. Mesele, doğru hekimi ve doğru ilacı bulmakta..