• DOLAR 34.658
  • EURO 36.346
  • ALTIN 2933.107
  • ...

Yaklaşık 22 milyon kilometrekare bir coğrafyaya hükmeden Osmanlı Devleti bugüne kadar nerdeyse 222 parçaya bölündü. Sancılı doğumlar şeklinde gerçekleşen her bölünmede binlerce insan öldü. Kimisi bölünmesinin adına bağımsızlık mücadelesi dedi. Kimisi, vatan kurtarma mücadelesi.

En ağır faturayı dünyanın mustazaf milletleri ödedi. Daha doğrusu Osmanlı`nın hükmettiği halklar ödedi. Yıkılışı tescil eden, Birinci Dünya Savaşı`nın sonunda, gerek Osmanlı ordusu içinde gerekse karşı tarafın orduları içinde bir milyondan fazla Müslüman asker öldü. İngilizlerin kolay lokma olsun diye her kabileyi ayrı bir devletçik yapma çabası, Arapları 22 parçaya ayırmakla kalmadı. Bu parçaları birbirine düşürerek sürekli zayıflattı, kendilerine bağımlı hale getirdi, satılmış yöneticileri işbaşına getirip Müslüman halkı her yönden zillette bıraktı.

 Halkın tarihi doğruları fark etmesiyle başlayan Amerika ve israil karşıtlığı - tarihten hiç ders alınmamış olacak ki-  yine kavmiyetçilik bayrağı altında yürütülmek istendi.  Ancak tesis edilen Arap Birliği, trajikomik bir güç olarak, düşülen zilleti artırmaktan başka bir iişe yaramadı.

Amerika ve Batı sömürgesine karşı Arapçılığın yetersiz olduğunu görenler, belki düşmanımın düşmanından fayda gelebilir düşüncesiyle çorbaya sosyalizm de kattılar. İşler bu sefer, tam anlamıyla karıştı. Hem sözde

Müslüman, hem Arapçı hem de sosyalist fikir adamları ve toplum liderleriboy göstermeye başladı. Bu tipler için nasyonal sosyalist gibi karışık tanımlamalar yapıldı. Baasçılık da kimi yerde aynı fikri temsil ediyordu.

Yaser Arafat`ın kendine özgü ve İsraille yakın temas içindeki canlılığı sadece bu ne idüğü meçhul adamlar için değil, arap olmayıp bu fikri kendi milletlerine de uyarlamak isteyen başkalarına da sempatik geliyordu.  Ama hepsi de çok kısa sürdü.

Teknolojinin iletişimle  baş döndüren ilerleyişi, fikri çarpıklıkları toplumun her kesiminin doğrudan görmesini sağladı. Hem şu anda her ferdin, doğrudan erişebildiği, ve kendisine ait özeli yaptığı haberleşme araçları, adı ne olursa olsun bireyin haklarını öncelemeyen yönetim anlayışlarının kısa veya uzun vadede hayatta kalamayacağını da haber vermeye başladı.  

Bugün arap halkların talepleri ve muhteşem dirilişleri konuşuluyor. Ama bundan en çabuk ve en büyük çapta etkilenecek olan ülke tabi ki Türkiye`dir. Güya Araplara model diye uydurulan teraneler bir süre sonra güz gazeline dönecektir.  Atatürk ilke ve inkılaplarıyla çevrili bir ülkede bugün cebinde parası olan laik kodamanlar dahi özgürlükten söz ediyorsa, bu ülkede de yıllardır, Libya, Mısır, Tunus, Yemen, Suriye, Bahreyn, Cezayir ve Suudi gibi ülke yönetimlerinden kat kat daha fazla devletçilik tahakkümünün, şahıs hegemonyasının ve laik baskının olduğunu artık daha fazla gizlemek, bastırmak ve yutturmak öyle kolay olmayacaktır.

Araplar kavmiyetçiliği, sosyalizmi, monarşiyi ve güya İslamı birbirine karıştıran rejimlerinin kendilerini hasta ettiğini anlayıp bu rejimlerden kurtulmak için canlarını verirken,  hemen burunları dibindekibir halkın, ne olduğunu kimsenin doğru dürüst anlamadığı laiklik, devletçilik, halkçılık vs. gibi bir karışımla demokrasinin bağdaşamayacağını fark etmemesi düşünülemez.  Hele hele Araplar bunu yapıyor da biz niye yapamıyoruz şeklindeki rekabet düşüncesinin buralarda en kısa zamanda karşılık bulacağı da şüphesizdir.

Bugün Libya`nın zenginliklerini bölüşmek için üzerine üşüşen yırtıcılar da artık her yönden yıpranmışlardır ve bu avları onların son sofrası olacaktır. Çünkü ortada pazarlayacakları ne kavmiyetçilik, ne sosyalizm ne de laiklik için pazar kalmıştır. Bugün Ümmetin cumasıdır. Ve bu halk, kendisini muazzam İslam ümmeti cemaatinden alıkoyan alışverişi artık bırakıp, toplu olarak Allah`ın ipine sarılmaya koşmaktadır.

Hem çarşı da artık Ümmetin kendisine aittir

Vesselam.