5. Din Şurası`ndan geriye kalanlar
Bu hafta önemli bir toplantı yapıldı ama maalesef Osmanlıca ve iç güvenlik paketinin gölgesinde kaldı. 5. Din Şurası`ndan bahsediyorum.
Erdoğan, Şura`da yaptığı konuşmada doksan yıldır ülkede İslam`a ve Müslümanlara yapılan zulüm ve haksızlıklara değinirken yine faillerinin adını vermekten kaçındı. Camiler ahıra çevrildi, Kur`an öğretmek yasaklandı, alimler sürüldü, asıldı vs. de fail-i meçhul değil ki hep edilgen söylensin.
Biraz kolaycılığa kaçıp CHP`ye karşı da kullanmak için İsmet İnönü`nün ismini açık söyleyip asıl fail daha ne zamana kadar gizlenecek. Din şurasındaki konuşma, Hizbullah sanıklarının neredeyse yirmi yıldır mahkemelerde yaptıkları savunmalarla aynı, ancak tek bir fark var. Hizbullah sanıkları, İslam`a, âlimlere ve Müslüman halka bu zulmü kimin ne adına yaptığını açık söylüyorlar.
Erdoğan konuşmasında, “Cumhurbaşkanı olarak, bu ülkede dine ait tüm meselelerin, tüm konuların artık özgürce ve özgüvenle ele alınabilmesi için, ilgili tüm kesimleri cesaretlendirmekle mükellef olduğum inancı içindeyim.” dedi ki İlginç olduğu kadar önemli bir vaat. Ancak dine ait meselelerin özgürce ele alınmasından ne kastediliyor, bu açıklanmalıydı.
‘Özgürce` derken, kendi şahsına münhasır kimi hocaefendilerin(!), incir çekirdeğini doldurmayan meselelerde birbirlerine girmeleri ya da bazı ilahiyatçı profların, mesela imsakın erken açıldığını ekranlarda özgürce ispatlama çabası mı kastediliyor? Yine ‘ilgili tüm kesimlerin cesaretlendirilmesi` de o kadar muğlak ki. Evvela ilgili kesimler kimlerdir?
Düşünün ki, İslam şeriatını ortadan kaldıran laik rejime biatli olmayan, Allah`ın davası için vaktini, ömrünü, malını ve canını feda eden dindarlar bu kesimin neresindedir? Yoksa önceden aşırı cesaretlendirilen malum kesimin, “tüm cemaatler hedefte” şeklindeki haberleri üzerine böyle bir açıklamaya mı ihtiyaç duyuldu.
Yine Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez`in, Diyanet`in özerk olması talebi de önemliydi. Bu istek, aslında laik sistemin ikiyüzlülüğünü de anlatıyor. Dini müesseslerin devletin kontrolünde, onun da Kemalizmin kaydı altında bulunduğu bir memlekette, sivil İslami yapılar olmasaydı, nesiller Kur`an`ın değil ‘Nutuk`un hafızı olurdu. Cumhurbaşkanının vaadini burada hatırlarsak cesaretlendirme meselesine herhâlde en başta Diyanet`in özerkliği ile başlanmalıdır. Çünkü geçmişindeki hatalarından özür dilemeyen ve Atatürk`e bağlılıktan taviz vermeyen bir devlet mantığının Müslüman halka samimi ve sıcak gelmediği gün gibi aşikârdır. Öyle olmasaydı, resmi çatı altında verilen din hizmetleri, bir yönüyle rejimi ayakta tutma çabası olarak algılanmazdı.
Hatırlarsanız 2000 yılında Hizbullah cemaatine karşı topyekûn başlatılan savaşta, Hizbullah`ın yüzbinlerce çocuğa, gence camilerde ders verdiği tespit edilince Ecevit, “İmamlar, camilerde Kur`an dersi versin” demişti de A. Necdet Sezer, çağırıp kızmış ve bu talebi reddetmişti. Söz konusu Kur`an dersi olunca, bazılarının sinsiliğe bile tahammülü yoktu. Bugün Osmanlıca tartışılırken birilerinin, bunun Arap harflerine geri dönüş olacağını söylemesi gibi.
Kaldı ki camileri yaparken, masraflarını karşılarken devlet zaten orada yoktur, yani masrafa gelince özerklik var da idareye gelince neden olmasın.
Din şurasında son olarak Cemil Çiçek konuştu. Kendine yakışan bir konuşma yaptı ama yer yer cemil olmayan ifadeler de kullandı. Mesela, “Konserve çeşidinden fazla Müslümanlık çeşidi çıktı.” ve “Ne kadar melanet varsa, günümüzde bunun adına terör diyebiliriz, hepsi İslam dünyasında.” sözleri maksadı aşan tatsız ifadelerdi.
Yanlış düşünüp hata yapanlar tarihin her döneminde olmuştur, hem niyet ne olursa olsun mezhep, meşrep gibi zenginlikleri, konserve çeşidi ile tarif etmek tektipçi zihniyet olsa gerek. Ayrıca İslam dünyasını kötülüğün kaynağı gibi göstermek de kantarın topuzunu kaçırmaktır.
Evet, Milli Eğitim Şurasından sonra bir Din Şurası geldi geçti. Çoğunlukla güzel şeyler konuşuldu, darısı konuşulanlarla ilgili olumlu adımlar atılmasına.