• DOLAR 34.597
  • EURO 36.283
  • ALTIN 2920.287
  • ...

İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi`nin (İSEDAK) 30. Toplantısı`nın açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: “Bizim sorunlarımızı, dışarıdan birileri gelip çözmeyecek. Bizim sorunlarımızı sadece ve sadece biz çözebiliriz. Dışarıdan gelenler İslam coğrafyasının petrolünü seviyorlar, altınlarını seviyorlar, elmaslarını seviyorlar. Ucuz iş gücünü seviyorlar. Çatışmalarını, kavgalarını, anlaşmazlıklarını seviyorlar. İnanın bizi sevmiyorlar.”

Öncelikle böyle güzel ifadelerle dolu bu konuşmanın metnini kim hazırladı ise onu tebrik edelim. Ancak konuşmanın sonunda “oturdular, konuştular, dağıldılar” şeklinde bir İran atasözü paylaşılıyor ve maalesef bu toplantının da hali pür melali yine bu sözle özetlenmiş oluyor.

Evet “bizim sorunları sadece biz çözeceğiz” sözü İslam ülkelerine söyleniyor da biz derken merkeze yakın daireler sanki atlandığı için bu tür sözler çok tesir uyandırmıyor, kimseyi harekete geçirmiyor.

Evvela biz sözüyle neyi kastettiğimizi şöyle açık seçik söyleyebilsek herhalde zihinlerde daha somut bir algı oluşurdu. Biz derken aynı inancın müntesipleri anlaşıldığına göre bu inancın prensiplerine sosyal hayatta, devlet yönetiminde, okulda, işte, ticarette ne kadar alan açtık, nerelerde referans aldık, ne zaman ve nerede onunla adaletle hükmedilmesini emrettik, önündeki engelleri ne ölçüde kaldırdık ve inancımızı ne kadar temsil ettik gibi birçok sorunun cevabı, mesajımızın samimiyet ölçüsü olacaktır.

İslam ülkelerinin her biri herhalde önce bu soruları kendisinden başlayarak, alt alta yazıp cevaplamalı/çözmeli ki makro ölçekteki diğer sorunlarında da ortak bir takım ciddi adımlar atabilsin. Aksi takdirde bir takım işbirliği teşkilatlarının tabeladan başka hiçbir işlevi olmadığını tekrarlayıp durmanın bir faydası yoktur.

En büyük güç, çelişkilerden kurtulmaktır. İnancıyla hayatı arasında tam uyum sağlayan kişinin aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Müslümanım dediği halde, devletin nizamını, İslam`a göre değil, burada Kemalizme, Arap yarımadasında Kralizme, Mısır`da Firavunizme, diğer yerlerde başka batıl bir izme göre tesis edenlerin tespitleri olsa da tedavileri olmayacaktır. Bunu en iyi bilen de tabi ki konuşmada “dışardan gelenler” diye tarif edilenlerdir.

Çocuklara anasınıfından itibaren Mustafa Kemal`in ne büyük bir inkılapçı olduğunu, halifeliği kaldırıp,  yerine o ‘dışardan gelenlerin` yaşam tarzını nasıl yerleştirdiğini, İslam şeriatına dair ne varsa nasıl ortadan kaldırıp yerine batılıların değerlerini getirdiğini öve öve öğreteceksiniz sonra da bizi sevmiyorlar diye dert yanacaksınız.

Öyle bir Müslüman ülke düşünün ki, dini devletten uzaklaştıran laikliğe toz kondurmuyor hatta yer yer bunu savunuyor, sonra laik ülkeleri dışardan gelenler olarak tanımlıyor.

Öyle bir İslam coğrafyası düşünün ki, ümmetçiliği reddeden bir devlet sisteminin kurucusuna hiç laf ettirmiyor, onu yere göğe sığdıramıyor, bir an olsun adını anmadan duramıyor sonra ümmetin sorunlarını ancak biz çözeriz diyor.

Evet artık İslam ümmetinden neredeyse hiç kimse bir Suudi Arabistan`ın veya Mısır`ın ümmetin bir sorununu çözeceğine ihtimal bile vermiyor. Bir Afganistan`ın, Pakistan`ın veya 200 milyonluk Bangladeş`in mesela Mescid-i Aksa`nın derdine derman olacağını beklemiyor. Türkiye`den az da olsa bir beklenti var gibi. Ancak Türkiye`nin de sözüm ona sağlam bir rejimi(!) var. Eskiden her meselede ordunun darbe refleksini mazeret olarak gösterenler için bugün bu hamaset dolu konuşmalar ne kadar bahane kabul edilebilir ki?

Aslında konuşmada eksik bırakılan bir iki cümle var. Onu da biz tamamlayalım. Dışardan gelenler bizim laikliğe bağlılığımızı çok seviyorlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları diye başlayan cümlelerimizi çok seviyorlar. Çocuklarımızı Onun fikir ve yaşam biçimine göre yetiştirmemizi çok seviyorlar.